Bodrum Gündem

Bir varoluş mücadelesi;  “bir kadın darağacına çıkıyorsa, kürsüye de çıkabilir!”

Bir varoluş mücadelesi;  “bir kadın darağacına çıkıyorsa, kürsüye de çıkabilir!”

İYİ Parti Kurucular Kurulu ve Genel İdare Kurulu Üyesi Av. Ş. Sevin Çağlayan  5 Aralık 1934 tarihinde ‘’Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı’’ veren yasanın kabulü ile her yıl ‘’Kadın Hakları Günü’’ olarak kutlanan 5 Aralık günü sebebiyle yazılı basın açıklaması yayınladı.

Bodrum Gündem Haber

İYİ Parti Kurucular Kurulu ve Genel İdare Kurulu Üyesi AR. Av. Ş. Sevin Çağlayan  5 Aralık 1934 tarihinde ‘’Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı’’ veren yasanın kabulü ile her yıl ‘’Kadın Hakları Günü’’ olarak kutlanan 5 Aralık günü sebebiyle yayınladığı basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı;

“Bildiğiniz gibi 5 Aralık 1934 tarihinde Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı verildi.

O tarihten beri Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanan 5 Aralık, temelini Olympe de Gouges’un 1791’deki Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi’nden almakta.

Bu nedenle öncelikle sizlere “kadın hakları” üzerine ilk kez düşünce üreten aydınlardan olan Gouges’ten, onun varoluş mücadelesinden kısaca söz etmek istiyorum.

1748 yılında Fransa’nın güneyinde doğan Gouges’in fırtınalı bir hayatı vardı. 1784’te yazarlık kariyerine başladı ve yaşamının son döneminde romanlar, politik yazılar, manifestolar yazdı.

En çarpıcı nokta ise Gouges okuma yazma bilmiyordu. Buna rağmen çalışmalarını okuma yazma bilen bir kişinin yardımıyla yaptı.

Fransız Devrimi’ni sevinçle ve umutla karşılamasına rağmen kısa süre sonra/ hakların sadece erkeklere verildiğini, kadınların erkeklerle eşit statüye getirilmediğini gözlemleyince Fransız Devrimi’ne olan inancını ve umutlarını yitirdi.

1791 yılında Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum sözleşmesi’ne karşılık kendi Toplum sözleşmesini kaleme aldı. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı evliliği savundu.

İnandığı her şeyin uğrunda sonuna kadar direnen, tutkulu ve heyecanlı bir kişiliği vardı. Dönemin kaotik ortamında adaletsiz olarak tanımladığı her işe karşı çıktı.

Daha sonra üzerine binlerce makale yazılan “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” sözünü tam da o zaman söyledi.  

İnancını yitirince yazımı sertleşti, meselelere çok daha şiddetli eleştiriler getirmeye başladı.

Sonunda da yazdığı bir kitap nedeniyle Temmuz 1793’te tutuklandı.

Memleketin kurtuluşu için üç seçeneği değerlendirmek üzere halk oylamasına gidilmesini istiyordu.

Bölünmez bir cumhuriyet, federal bir hükümet ya da anayasal monarşi.

Üç ay tutuklu kaldı. Avukat tutma hakkı verilmediği için kendi savunmasını kendisi yaptı.

İdamdan kurtulmak için hamile olduğunu iddia etti ama yapılan kontrollerde bunun gerçek olmadığı ortaya çıktı.

3 Kasım 1793 günü yani bundan tam 228 yıl önce, giyotin ile idam edildi.

Gündeme getirdiği Kadın Hakları Bildirgesi’nin ilk maddesinde

“Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir.” diyordu.

Bu müthiş başkaldırıya rağmen Avrupa bir arpa boyu yol kat edememişken, Ulu önderimizin öngörüsü ile 5 Aralık 1934 günü Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.

O sırada dünyada kadınların bu hakka sahip olduğu 28 ülke, hakkın kullanıldığı ise 17 ülke vardı. 

İtalya 1945, Fransa 1944 (bizden tam 10 yıl sonra), Belçika 1960, İsviçre 1971 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıdı. 

Peki o günden bu güne ülkemizde neler yaşandı? 

Ne yazık ki, 2021 yılının sonuna geldiğimiz bugünlerde Türkiye’de kadın; ekonomide, sosyal yaşamda veya siyasette erkeklerin yararlandığı fırsatlardan yararlanamıyor.

Yasalarda bazı düzenlemelerin olması, bunları fiilen hayata geçirmeye maalesef yetmiyor.

Eşit fırsatlardan yararlanmak için, eşit olana kadar bu hakları eksik kullananlara, ayrımcılık uygulanması gerekiyor.

“Pozitif Ayrımcılık” tam olarak da böyle tanımlanıyor.

Siyasal karar süreçlerinde kadın-erkek eşitliğini sağlamak için yapılacak en önemli değişiklik, siyasal yaşamı düzenleyen reform çalışmaları sırasında kotanın yasal hale getirilmesidir.

Ne yazık ki Türkiye’de gerek Siyasi Partiler Yasası, gerekse Seçim Yasası ile düzenlenmiş bir cinsiyet kotası uygulaması yok.

Kotanın gerekliliğini anlayamayan hiçbir ülkede, kadın temsil oranı yüzde 20’leri dahi bulamamıştır.

Kotanın niteliksiz kadınların siyasete girmesine yol açıp, mevcut yapıyı daha da çarpıklaştıracağını düşünen zihniyete; nitelikli kadın aday saptayacak olanın kota değil, kotayı kullanan siyasi parti yetkililerinin olacağını hatırlatırız!

Bu konuda Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in tutumu nettir. Bu anlayışın bütün siyasi iklime hakîm olması, mevcut kaba yapının aşılması için en önemli araç olacaktır.

Kanayan bir başka yaramız ise, kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddettir.

Yapılan araştırmalar, dünyada her üç kadından birinin şiddet gördüğünü ortaya koyuyor.

Türkiye’de de durum farklı değil.

Sayın Genel Başkanımızın işaret ettiği gibi;

Türkiye’de kadın olmanın, “zor” olduğu günlerden geçiyoruz.

Bugün bir kadının, istediği saatte, istediği yerde bulunması;

Zor.

Bugün bir kadının, istediği işi yapması;

Zor.

Bugün bir kadının, istediği kişiyle olması;

Zor.

Bugün bir kadının, maalesef hayatta kalması bile;

Artık zor…

Ne yazık ki, ülkemizde her gün, başka bir kadın,

bu zorluklarla mücadele ederken, hayatını kaybediyor.

Çünkü bugün Türkiye’de;

Kadın, “Hayır” dediğinde, onun iradesini koruyacak bir hukuk yok.

Kadın, “Hayır” dediğinde, ona destek olacak bir kurum yok.

Kadın, “Hayır” dediğinde maalesef tek başına.

Kadınlar,

sadece fiziksel değil, psikolojik şiddetin de mağduru oluyor.

“Onun psikopat olduğunu bilmiyor muydu?”

“O saatte orada ne işi vardı?”

 “Öyle giyinilir mi?” deniyor.

Ve gördüğü şiddetin, hatta cinayetin suçlusu bile, kadın gösteriliyor.

İşte biz, bu yüzden,

bıkmadan usanmadan, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyoruz.

Hayat kurtaracağını bildiğimiz için, yaşatır diyoruz.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi;

Adım adım, geliyorum diyen cinayetleri, önleyici bir sözleşmedir.

Şiddet tehdidi altındaki kadınların etrafına, koruma kalkanı oluşturan bir sözleşmedir.

Durum böyle iken kadınların koruma kalkanı olan İstanbul Sözleşmesi yırtılıp atıldı.

Türkiye’de küçük bir kesimi mutlu etmek için “İstanbul” adı verilen  bu uluslararası anlaşmadan çekilmemiz gerçekten hazin ve utanç verici bir durumdur.

Kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti doğrudan hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülkeydi Türkiye.

Net bir biçimde kadınları koruma altına alan bir sözleşmeden Türkiye sadece bir kişi istedi diye çekildi.

Ancak Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in söyledikleri bütün kadınlarımız için tutunulması gereken yegâne daldır. Genel Başkanımızın;

“Yetkiyi aldığımızda, daha çayım masaya gelmeden,

İstanbul Sözleşmesi imzalanmış ve en keskin biçimde uygulanır olacak.

Tüm kadınlar emin olsun ki;

İYİ Parti iktidarında, İstanbul Sözleşmesi, yeniden yaşatacak!” sözleri biz kadınlar için büyük bir umuttur.

O zaman bizim ve dahi bütün kadınların yapacağı en etkili eylem, mevcut düşünce yapısını ve garabet rejimi değiştirmek için sandıkta gereğini yapmak hatta yaptırmaktır.

Sözlerimi Ulu önderimizin bir sözü ile bitirmek istiyorum.

“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur.

Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur”.

İşte bu sebeple ki; Sn. Genel Başkanımızın önderliğinde biz kadınlar diyoruz ki; “Biz kadınların vizyonu onların hayallerine sığmaz.”

İYİ Parti iktidarında, kadınların tüm haklarına gerçekten sahip olduğunu görmek dileğimle teşekkür eder, saygılarımı sunarım.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.