Uygarlığın Mavi Yolcusu: Azra Erhat / Mehmet Atilla BG Dergi yazıları…
Halikarnas Balıkçısı denince akla çok şey gelir. Kişisel özellikleri ve nitelikleri bir yana, yaşamının önemli bir bölümünü Bodrum’a ve Anadolu kültürüne adaması unutulacak gibi değildir. Ne zaman Ege-Akdeniz uygarlıklarından, hümanizmadan, deniz edebiyatından, “mavi yolculuk”lardan söz açılacak olsa, asıl öznenin Halikarnas Balıkçısı olacağı kuşkusuzdur. Ama bir süre sonra söz döner dolaşır, onunla birlikte yol alan dostlarına, sırdaşlarına da gelir. Bu kişilerin arasında Sabahattin Eyuboğlu’nun ve Şadan Gökovalı’nın önemi tartışılmaz ama Azra Erhat’ın yeri de bambaşkadır. Birbirlerine yazdıkları mektupların sesleniş cümleleri bile neredeyse aynıdır: “Canım Canım Canım Merhaba!” Sonrasında ise müthiş bir duygu akıntısı, inanılmaz bilgi birikimi ve satırlar arasında gezinen gönüldeşlik dalgaları…
Balıkçı’nın dizginlenemez coşkusu biliniyor, bunu birçok yerde okuduk, tanıyanlardan dinledik, içselleştirdik. Ama bir de Azra Erhat’ın kaleminden okumakta yarar var: “Ne yalan söyleyeyim, Halikarnas Balıkçısı sizin, benim gibi bir insan değildi benim gözümde. Karşıma dikilip gürül gürül ‘Merhaba’sını çınlattığında, önce bu Merhaba’nın ses dalgalarında şöyle bir sarsılır, sendeler, yankılarına kendimi kaptırır giderdim. (…) Onun sevgi çığlığı öylesine kapsayıcı idi ki, yankısını da beraberinde getirir, saldığı neşeye dağ, taş, insan ve hayvan, çevrede kim varsa hepsi katılırdı.” (Mavi Anadolu, İş Kültür Y. 2018, s.207)
Bunca hayranlığa Balıkçı’nın vereceği karşılık yok mudur? Olmaz mı? Hem de binlerce… 6 Ağustos 1959 tarihli mektubundan birkaç cümleyle yetinelim: “Bugün mektubunu aldım. Eh, zaten gözümde tütüyordu mektubun, hep böyle olur. Bu saat alırım, bir saat sonra öteki mektubun gözümde tüter. Eh, zırva bu! diyeceksin. Baksana zırva mırva, beni yaradılışım böyle yaratmış vesselam. Ben böyle olunca başka türlü olamam.” (Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı, Adam Y. 1985, s.156) Yeri gelmişken söyleyelim; epeydir baskısı tükenen bu kitabı yeniden yayımlayabilecek bir yayınevini gözlerimiz aramıyor değil. Umarım çok beklemeyiz.
Azra Erhat’ın kültür dünyamızdaki yerini belirlemek için öncelikle yaşamöyküsüne göz atmak gerekiyor. Orada önemli ipuçları var çünkü. 1915’te İstanbul’da doğuyor, çocukluğu İzmir ve Viyana’da geçiyor, ilk ve ortaöğretimini Brüksel’de tamamlıyor. Ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümünü bitirip akademik yaşama adım atıyor. 1946’da doçent oluyor ama bir yıl sonra sol eylemlere katıldığı gerekçesiyle görevine son veriliyor. Yalnız mı? Hayır. Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi ve Mediha Berkes de aynı kararla üniversiteden uzaklaştırılıyor. Macar Sabo ile yaptığı ve bir yıl kadar süren evliliğinin üniversiteden uzaklaştırılmasında ve 12 Mart dönemindeki tutuklanmasında gerekçe olarak önüne konulması da ayrı bir rezalet.
Uzun yıllar Uluslararası Çalışma Örgütü Kütüphanesi’nde çalışarak emekli olan Erhat, Fransızca, Almanca, İngilizce, Latince ve özellikle Yunanca’dan yaptığı çevirilerle adını duyuruyor. A. Kadir ile birlikte İlyada ve Odysseia destanlarını dilimize kazandırmaları önemli bir eşik. Eski Yunan düşünürlerinin eserlerini Türkçeye çevirmesini de görmezden gelemeyiz. Özenle hazırlamış olduğu Mitoloji Sözlüğü ise yıllardır başucu kitabı. İlyada‘nın birinci cildiyle 1959 Habip Edip Törehan Ödülü’ne, üçüncü cildiyle 1961 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’ne değer görülüyor.
Gelgelelim, bu ülkede bir aydının rahat soluk alıp vermesi neredeyse olanaksız. 12 Mart günlerinde tutuklanıp dört ay cezaevinde kalıyor. Bu kez yanında kimler var? Sabahattin Eyuboğlu ile eşi Magdi Rufer, Yaşar Kemal’in eşi Thilda Kemal ve Vedat Günyol. Gerekçeler yine saçma sapan. Nitekim dört ay sonra serbest bırakılıyorlar. Cezaevi günlerinde de boş durmayan Azra Erhat, yeğenine seslenerek kaleme aldığı Gülleyla’ya Anılar adlı kitabında şunları söylemekten kendini alamıyor: “(…) ben bu kitabı senin bugünün için değil, yarının için yazıyorum. Ben bugün tutukluyum, çok haksız yere tutuklu, suç işlemek şöyle dursun, elli altı yıllık ömrümü, insanlık ve özellikle Türkiye diye, yalnız içinde doğduğum için değil, bütün bilincim ve sevgimle, kendime yurt, biricik vatan olarak seçtiğim bir ülkenin kültür hizmetine vermiştim. Bunca çabanın tutuklulukla sonuçlanması ben yaşta bir kadını kırabilir, yıkabilirdi. Bugün her şeye karşın en canlı, en güçlü günlerimi yaşıyorsam, bunu Belçika’da gördüğüm insanlık ve insancılık eğitimine borçluyum. Daha doğrusu, kendime ülkü edindiğim hümanizmanın ilk tohumlarını bu eğitimden almışımdır.”(akt. Hülya Soyşekerci, Oggito, 11.3.2020)
İşte bu hümanizmadan ve eski Anadolu uygarlıklarının ortak mirasımız olduğu görüşünden beslendiği için, “mavi yolculuk”ların önemli katılımcılarından biri olur. Halikarnas Balıkçısı’nın bu yolculukların kurucusu, Sabahattin Eyuboğlu’nun da isim babası olduğunu vurgulayan Azra Erhat, “Mavi yolcu olmak ne demektir diye sorarsanız, bu bir bilinç işidir derim. Bu bilinç insana bir ayrıcalık, bir üstünlük duygusu verir, ama mavi yolcuyu çevresinden ayırmaz, tam tersine bir çeşit sağtöre aşılayarak, bu ülküyü başkalarına da benimsetme hevesi verir. Bir mavi yolcu için en büyük başarı, kendisi bir mavi yolculuk düzenleyebilmek ve arkadaşına bir mavi gezi serüveni yaşatmaktır,” sözleriyle kendilerini tanımlar. (Mavi Yolculuk, İş Kültür Y.2018, s.166)
Yaşamının verimli dönemindeyken yakalandığı kanserden kurtulamayıp 1982’de aramızdan ayrılan Azra Erhat, İstanbul Bülbülderesi’ndeki aile mezarlığında yatıyor şimdi. Ölmeden önce, arkadaşı Füreya Koral’dan “Belki kuş olur uçarım,” diyerek mezarının üstüne seramik bir kuş figürü yapmasını istemiş ve Füreya da bu isteğini yerine getirmişti. Ancak çağdaş sanat yapıtlarına yapılan saldırıların bir örneği olarak, birileri işi gücü bırakmış ve o figürü parçalamıştı. Dört beş yıl kadar kırık halde duran kuş figürüne geçen yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sahip çıktığını duyunca umutlandık. Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın 14.11.2020 tarihli iletisiyle onarımın tamamlandığını öğrenince de derin bir oh çektik doğrusu.
Benzer bir duyarlılığı Bodrum Belediyesi de gösterebilir bence. Gerek Halikarnas Balıkçısı gerekse mavi yolculuklar için son derece önemli olan bu kültür insanının Bodrum’un bir caddesinde ya da meydanında yaşatılmasının sevindirici olacağını belirtmek isterim.