Bodrum Gündem

1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşının Alacakaranlığı – İsmail Bozkurt Bodrum Gündem yazıları

1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşının Alacakaranlığı – İsmail Bozkurt Bodrum Gündem yazıları

II.Abdülhamit tahta çıktığı sırada, Balkan eyaletlerindeki ırklarda karmaşa yükselmişti. Hazine boştu. Avrupa basını Osmanlı devletinin, mali iflas halinde bulunduğuna yönelik açıklamalarda bulunuyordu.  Bilinen o ki bu durum bütçenin olmayışı ve harcamaların yanlışlığından ileri geliyordu. Sağlam bir mali düzen kurulamamıştı. Devletin mali itibarı ile birlikte iç ve dış borçları ve faizlerinin ödenmesinde zora düşülmüştü. Bu sebeple mali durumun düzeltilmesi devlet için oldukça zorlaşıyordu. Osmanlı devletinin temel gelir kaynaklarının idaresi Avrupa büyüklerinin alacakları için 1881’de II.Abdülhamit döneminde çıkarılan “Muharrem kararnamesiyle”, “Osmanlı Genel Borçlarının” tahsilatını reji idaresi ve emperyalist temsilcileri olan Düyunu Umumiye meclisinin yetkisine bırakılmıştı.  Bu durum Anadolu halkının üretim değerlerinin yok pahasına elinden alınmasına yol açıyordu.  Halk sosyal sorunlar içinde yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya kalıyordu.

İmparatorluğun her durumda hazır olan kara ordusu teçhizattan, eğitimden yoksun, donması Haliç’te çürümeye terk edilmişti. Yemen’de sonuçları görülmeyen bir savaş için 200 bin kişinin üzerinde bir ordu bulunduruluyordu. Hâlbuki Yemen’de, Balkanlar’da, Trablusgarp’ta, Süveyş kanal hareketinde, Galiçya’da, Kafkaslarda ihtilaflı bölgelerde sürekli gerginlik yaşanıyordu. Buna karşın ordunun asker gücünün kendi tarım, sanayi ve ekonomik üretim gücünü boşa çıkararak, genç üretim kuşağının 14 yıla kadar muvazzaf asker ya da redif alaylarında tutulması, Anadolu köylüsünü yoksulluğa sürüklüyordu.

II.Abdülhamit’in sistemli ve sağlam bir mali idareye sahip olmadığını kabul etmek gerekir.[1] Bu dönemde rüşvet imparatorluğun temelini kemirmektedir. Buna rağmen II.Abdülhamit’in nazırları ve memurları için bilinen rüşvet gerçeğini asla ciddiye almadığı bilinmektedir.[2] Padişahın aradığı sadece emirlerinin yerine getirilmesi ve kendisine sadakat gösterilmesidir. Sadrazam Mithat Paşa’nın çalışmalarında; meşrutiyet idaresinin kurulması ile yokluk ve yoksulluğun ortadan kalkacağı düşüncesiyle Kanunu Esasinin ( Anayasanın ) kurduğu sistemle sarayın, devletin borç ve israf düzenindeki bütçe denetiminin sağlayacağı düşünülüyordu.

İstanbul basınında devlet için sarf edilecek harcamaların meclis tarafından kontrol ve murakabe edileceği anlatılıyor, meclisin en önemli işinin bütçeyi tetkik ve kabul etmek olacağı yazılıyordu. Ancak bu yapılamadı. Gelir bütçenin oluşması, harcamaların tartışmaları mecliste çok kısa sürdü. Çünkü II.Abdülhamit meclisin açılışından çok kısa bir zaman sonra Anayasayı askıya aldı, Mithat Paşayı yargılatıp ölüm cezasıyla sürgüne gönderdi. Meclisi süresiz kapattı. Sultanın mutlakıyet yönetimi yeniden jurnal, sürgün ve zulme dönüşecekti.  Mithat Paşa ve aydınları çok istediği meşrutiyetin gerçekleşmesi bir şekilde kısa sürede tersine döndü.

II.Abdülhamit’in Sadrazam, Vali, Mutasarrıfların ve Ordunun üst kademesinde görev alacak paşaların atamasında aradığı temel unsur, saltanata ve kendisine sadık olmasıydı. Yıldız Sarayında Meclisin gündeminde görüşülecek konuları, önce yetkili saydığı kimselerden kurdurduğu özel bir komisyona inceletir ve ondan aldığı mütalaa ile birlikte meclise havale ederdi. Sadrazam ve nazırlarla yapılacak görüşmeler önce mabeyinci ve başkâtipler aracılığı ile görüşülürdü. Bu görüşmelerin sonucuna göre karar verilirdi. Bu görüşmeler günün ve gecenin her saatinde yapılabilirdi. Sadrazam Sait Paşa’nın değerlendirmesiyle sadrazamlık görevi II.Abdülhamit için icra memurundan başka bir şey değildi. Dolayısıyla 32 yıl süren padişahlığı döneminde 26 sadrazam değişmişti.

İmparatorluğun devam eden sarsıntıları içerisinde en önemlisi mali sorunlar ve devletin sürekli borçlanmasının aşılamamasıydı. 1908 yılına gelindiğinde demiryolu işçilerinin grevi başlar. Grevin sonlandırılması için hazinede para yoktur 5 Eylül 1891 tarihinden 23 Temmuz 1908’e kadar I7 yıl Padişah II.Abdülhamit’e yalnız sadakatle hizmet edip devletin kasasını kullanan, eski Serasker Müşir Mehmet Rıza Paşa kendi parasından 110.000 lira hazineye bağışta bulunur. 1897 – 1908 yıllarında Donanma Komutanı, 1903 -1908 yılları arasında da 11 yıl Bahriye Nazırlığı yapan, Hasan Rahmi Paşa’da hazineye 90.000 altın lira karşılıksız yardımda bulundu.[3] Donanmayı Haliçte çürüten Bahriye Nazırı Hasan Rahmi Paşa, II.Abdülhamit’ten sonra en zengin nazırdır. ( Ş.S Aydemir Sf. 418)  23 Temmuz 1908’de II.Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Osmanlı donanmasını perişan durumunda bırakırken, yolsuzluktan Divan-ı Harpte yargılanır ve ceza alır.

II.Abdülhamit herkes gibi, devletin içinde bulunduğu buhrandan kurtulmasını istese de, Yıldız Sarayında çıkarcı bir gurup, anayasal meşrutiyete karşı çıkmaktaydı.  Yıldız sarayına padişahın iltifat, ihsan ve iltiması ile gelmiş olan kimseler de meşrutiyet idaresinden ürküyorlardı. Sarayda görevli bir takım Nazırlar ve Paşalar Anayasal Meşrutiyeti asla istemiyordu.

Sadrazamı Mütercim Rüştü Paşa, Namık Paşa ve Başkâtip Tahsin Paşa, Kanunu Esasinin, padişahın haklarını daraltmakta olduğunu söyleyerek, padişahın kudret ve nüfuzunun halk nezdinde küçültmekte olduğunu ileri sürmektedir. Devlete en uzun dönem diplomat olarak çalışan, Saffet Paşa’da Meşrutiyetin Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesine uymayacağı görüşündeydi. Yıldız Sarayının uleması olarak bilinen Cevdet Paşa “ Abdülhamit gibi akıllı ve ahlaklı bir padişah tahtta bulunurken Kanunu Esasiye ne lüzum var ” diyerek karşı çıkmaktadır. Sait Paşa’ya gelince, Kanuni Esasinin İmparatorlukta uygulanması için henüz erken olduğu görüşüne sahiptir.[4]

Osmanlı – Rus harbinin savaş seyri çok hızlı gelişiyordu. Yıldız Sarayının telaş ve endişesi II. Abdülhamit’in istibdat şiddetini artırmıştı. Savaş başlamadan önce ordunun durumu görüşülürken Serasker (Genel Kurmay Başkanı) Redif Paşa Osmanlı ordusunun gerçek mevcudunu 600.000 asker olarak ifade ederken, savaş başladıktan sonra ancak 300.000 asker olduğu anlaşılmıştı. Mebuslar mecliste savaş hazırlıklarını konuşurken yapılan hararetli tartışmalar II.Abdülhamit’i çok korkutmuştu. Abdülhamit savaş hazırlığı konusundaki sorumluluklarının ortaya çıkacağı kendisinin sorumlu kabul edilerek tahtan indirileceği endişesine kapılmıştı. Bu ve benzeri nedenlerle anayasayı askıya alır ve millet meclisini kapatır.

Anayasal sistem içerisinde parlamenter sisteme geçilmesi, Avrupa büyüklerinin işine gelmiyordu. Bir başka yönde, Avrupa’nın siyasi çevrelerinin, Osmanlı devletinin anayasal sisteme geçmiş olmasıyla, Hıristiyanlar adına bazı hakları öne sürerek ıslahat, ya da yeni haklar istemeleri kolay olmayacaktı. İngiltere, Rusya, Fransız cephesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Kanunu Esasi hükümlerinde Parlamenter Meşrutiyete geçilmesine yönelik batı diplomasi kademelerinde karşı çıkışlar başlatılmıştı.

İngiltere;  Balkanlarda yapılacak ıslahatın Paris konferansı çerçevesinde yeniden ele alınmasını ve büyük devletlerin katılacağı bir konferansla yapılması teklifinde bulundu. Osmanlı hükümeti konferansın İstanbul’da yapılmasını kabul etti. Bu arada Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa bu işlerin hakkından gelmesi için gerekli ehliyete sahip olamadığını bilerek istifa etti. Yerine Mithat Paşa Sadrazam oldu.[5] Konferansın 23 Aralık 1876’de İstanbul’da Haliç kıyısında Bahriye Nazırının bulunduğu tarihi binada yapılması kararlaştırıldı. Konferansa Rusya’nın İstanbul büyükelçisi İgnatieff, İngiltere Sömürgeler Nazırı Salisbery, Fransa adına Kont Bourgoin, Avusturya büyükelçisi Ziçi, Almanya büyükelçisi Verter, İtalya büyükelçisi Kont Corti katıldı. Konferansın ilk günü tarihi köşk gezdirildi. Osmanlı delegelerinin katıldığı ilk günde her hangi bir karar alınamadı.

Konferansın ikinci günü devam ettiği saatlerde, Osmanlı Devleti top sesleriyle anayasanın kabulünü ilan eden kutlamalara başladı. Dış İşleri Bakanı Saffet Paşa konferansta elçilere açıklamada bulundu. Bu açıklamalarda Rus büyükelçisi İgnatieff bu durumun işlerin halledilmesine yetmeyeceğini bildirerek konferansın devam edilmesini istedi. Türk delegeler salonu terk etti. Sonuçta konferans delegeleri ortak bir bildiri hazırladı. Alınan kararlarda Osmanlı devleti için Balkanların parçalanması doğrultusunda oldukça ağır kararlardı. Bu kararlar için Osmanlı Devletine bir hafta süre verildi. Elçiler alınan kararı Yıldız Sarayına gönderdi. Bu sürede ortak karar kabul edilmezse elçilerin İstanbul’u terk edecekleri bildirildi.

Mithat Paşa alınan kararları; Bakanlar Kurulu, meclisin 200 kişiden fazla üyesi, eski yeni nazırlar, üst düzey mülki idare görevlileri, ordunun yetkili kademeleri, Rum Patrikleri, Katolik ve Ortodoks kilisesi Haham başı, temsilcileri gerekse devletin önceki dönem görev almış yurtsever eski görevlileriyle görüştü. Yurtseverler ve umumi efkâr, durumun devletin şeref ve haysiyetini ihlal edici olması nedeniyle kabul edilemeyeceği doğrultusunda ortak görüş açıkladı. Eski sadrazam Mehmet Rüştü Paşa; “devletin ruhu istiklaldir, devletin ruhunun izole edilmesi, istiklal siz bırakılması söz konusu olamaz. Namussuz yaşamak caiz değildir.” İfadesini kullandı. [6] Ayrıca Hıristiyan cemiyetlerde aynı görüşe katıldıklarını bildirdiler. Sonuçta Konferans sonuçlarının ret edileceği İstanbul büyükelçilerine bildirildi. Elçiler İstanbul’u terk etti. Sadrazam Mithat Paşa Padişah II.Abdülhamit’e Osmanlı Rus savaşına hazırlanması ve kendisinden beklenen yönetimin sorunların çözülmesi için durumu bir mektupla bildirdi.

Yıldız sarayında, Mithat paşayı suçlayan ve düşüncelerine öfke duyan, II.Abdülhamit’in Yıldız Sarayındaki yakın çevresi ve danışmanları, Osmanlı devletine yardım için, Hindistan’dan, Çin’den, Lehistan’dan önemli yardımlar ve destek geleceğine dair söylemlerde bulundu. II.Abdülhamit Sadrazam Ethem Paşa, Serasker ve nazırlardan askeri hazırlıkları öğrendi. Mithat Paşayı yok eden önemli muhalifleri, Cevdet Paşa, Namık ve Saffet Paşalar politikadan haberi olmayan kişiler olmalarına rağmen ordunun durumunu övgülerle anlattılar. Ordunun hazırlıkları ve durumu yetersiz olmasına rağmen Padişah II.Abdülhamit harp taraftarlarına katıldı.

Rus çarı II.Aleksandr savaş taraftarıydı, sonuçta kendi despotik idaresi karşısında, Osmanlı Devletinin parlamenter bir sisteme dayalı anayasal bir nizamda, yönetilmesinin kendisi için tehlikeli olduğunu biliyordu. Bu defa Rusya üçüncü bir girişim olarak 31 Ekim 1877’de İstanbul konferansına katılan devletlerden yeni bir Londra protokolüne katılmalarını istedi. Bu defa Londra’da İstanbul konferansında alınan kararların bir benzeri kabul edildi. Osmanlı Devleti bu protokollüde kabul etmedi.  Bunun arkasından Rusya devleti 19 Nisan 1877’de Prens Konstantinoviç açıklamasıyla, Osmanlı Devletine bir beyanname ile savaş ilan etti. Rusya’nın savaş ilan ettiği tarihte Sadrazam Mithat Paşa görevinden alınmış ve sürgüne gönderilmişti.

Rus Çarı II.Aleksandr cepheye bizzat katılarak, karargâhın başındaydı. Yanında veliaht prens Vlaldemir Aleksandroviç, Sergey Aleksandroviç, Konstantin Konstantinoviç ve diğer prensler cephededir. Hepsi orduların başında değerlendirme ve moral merkezi oluşturmuşlardı. Yanlarında her birinin özel uşağı, aşçısı, korumaları vardı. Ayrıca savaş bakanı, iç işleri bakanı cephede bulunmaktadır. Buna rağmen Çar cephede olmayı ordunun savaş seyrini takip etmeyi tercih ediyordu. Çar ve prensler hizmet sağlamak için güç birliği yapıyordu.  Bunun aksine Osmanlı İmparatorluğu Padişah II.Abdülhamit Başkomutan olarak, savaşı cephe bilgilerini tam alamadan Genel Kurmayın dışında, Yıldız sarayında kurulan bir komisyonla yönetiyordu.

Osmanlı ordusunun muvazzaf kadroları barış döneminde yeterli seferi hazırlığı yapamamıştı. Kısa zamanda oluşturulan redif ( yedek birlik )  alaylarının eğitimi, silah, teçhizat durumu ve lojistik olanakları oldukça yetersizdi. Piyadenin elinde oldukça eski model, kullanıcısına barut gazı püskürten, Martini–Henry tüfekleri vardı.

II.Abdülhamit’in yönetim anlayışında, bölgede bulunan 3. Ordunun eğitimi, teçhizat donanımı ve muharebe hazırlıklarına yeterli ölçüde önem verilmediğinden hazırlıksız bir ordunun yenilmesi bir ordu durumunda savaşa girdi. 1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşı, ( 93 Harbi ), iki büyük cephede cereyan etmişti. Bu cephelerden biri Tuna ( Balkanlar, Tuna cephesi ), diğeri ise Kafkasya ( Kars ) cephesiydi.

Rusların Balkan ve Kafkas cephesinde yaşayan sivil halka Türklere tarihte emsali görülmemiş kıyım ve acımasız göç hareketine zorladı. Bulgaristan’da yaşayan milyonlarca insan ya öldürüldü ya da Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Öyle ki Ruslar, göç halinde olan kafilelere bile saldırarak, katliam ve cürümler yaratılıyordu. Kafkas cephesi savaşları sonunda Anadolu’da yaşayan Ermeniler de Ruslarla işbirliği yaparak saldırılar başlattı. Tuna Cephesinden ilerleyen Ruslar, Balkanlar’da yaşayan yoğun Türk nüfusunun pek çoğunu öldürterek kalanları göçe zorlandı, bölge halkının yüzde doksanı göçle sığınmacı durumuna düşürüldü. Bu durumu fırsat bilen, Rus kazak orduları ve Bulgar çeteleri, Bulgaristan’da yaşayan milyonlarca Türk Müslüman silahsız sivil halk, göç yollarında ağır zayiat vererek açık bir soy kırımı işlendi. Göçe zorlananlar, akın akın çok ağır şartlarda kendi imkânlarıyla İstanbul’a Anadolu’ya göçmek zorunda kaldı.

Balkanlarda olduğu gibi Kafkaslarda yerleşik Türk Müslümanlar ağır kış şartlarında göçe zorlanarak, Kars-Erzurum hattında Rus ordusu içine yerleştirilmiş Ermeni askerleri tarafından insanlık dışı zulüm ve katliamlar uygulandı. Savaş sonrası bölgede sivil hak camilerde mereklerde ( hayvan yem depoları ) toplu olarak yakıldı sahip oldukları varlıklar yağmalandı. Savaş sonrasında bölgede Rus ve Ermeni askerlerince katledilen sayısız toplu mezarlar ortaya çıkarıldı.

Osmanlı Devleti 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonunda Yeşilköy’e kadar gelen ve burada karargâh kuran Rus ordusu karşısında tarihin en ağır ve en buhranlı günlerini yaşamıştı. Savaşı Yıldız sarayından yöneten Osmanlı orduları başkomutanı sultan II.Abdülhamit Ruslarla Ayastafanos’ta ( Yeşilköy ) antlaşmasını kabul etti.  Yeşilköy’de karargâh kuran Rus Generali Nikola için bir ziyafet verilmesini istedi. Saraydan altın gümüş, billur yemek takımları ile nefis saray yemekleri gönderdi. Rus General Nikola bu kara yenilgi içeresinde yemeklerin altın, gümüş, billur kaplarını saraya geri gönderdi.[7]

1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonunda Osmanlı Hükümeti bu eyaletlerden almakta olduğu vergilerden vaz geçildi. Savaş etkisinde terk edilen topraklardan çekilen, göçe zorlanan Türk ve Müslüman halkın beslenmesi, barınması bunun yansıra Rusya’ya savaş tazminatının ödenmesi İmparatorluk ekonomisine ağır yük getirdi.

1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sırasında Türk Müslüman halkın Kafkas cephesi göçü

1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sırasında Türk Müslüman halkın Kafkas cephesi göçü

Makedonya’da oluşan karmaşa ile 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşı, Türk Müslüman halk için Amerikalı araştırmacı yazar Prof. Dr. Justin MacCarthy’in “Ölüm ve Sürgün” adlı eserinde yer alan tespitleriyle savaş Türkler ve Müslümanlar için tam bir soy kırımına dönüşmüştü.  Mac Carthy konu ilgili “ Makedonya ve Balkanlarda, Kafkaslarda kayıp edilen topraklarda yaşayan beş milyondan fazla Müslüman ülkelerinden sökülüp sürgüne gönderilir. Beş buçuk milyon Müslüman aynı bölge savaşlarında öldü. Büyük bir kısmı sığınmacı olarak göçe zorlanarak açlıktan, hastalıklardan göç yollarında öldü. [8]

II.Abdülhamit Döneminde 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşıyla kaybedilen topraklardan ayrılan Sırbistan Bulgaristan, Karadağ ve Arnavutluk tam bağımsız devletler olur. Bosna Hersek Avusturya’ya, Yanya Yunanistan’a verilir. Kars, Batum, Ardahan Rusya’ya, Kutur İran’a bırakılır, Kıbrıs’a İngiltere hâkimiyetinde kalır. Osmanlı İmparatorluğu toplam olarak 213.450.000 kilometrekare toprak ve 4.825.000 nüfus kayıp eder. Makedonya’da yaşayan Müslüman Türk halkın büyük bir bölümü İstanbul’a ve Anadolu’ya göç etmek durumunda kaldı.

1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşının sonucunda Batum, Ardahan, Kars’ta yaşayan Türk Müslüman halk 30 Ekim 1920 tarihine kadar, 43 yıl boyunca Sovyet Rusya işgalinde kaldı. Kafkas bölgesinde 1000’den fazla köy yok edildi. 160.000 Aşkın Türk Müslüman ölür. Balkanlar ve Kafkaslardan İstanbul’a ve Anadolu’ya göçen Türk Müslümanlar Osmanlı Rus savaşının her safhasında oluşan alacakaranlık sonuçlarını en ağır şartlarda yaşamak durumunda kaldı.

İsmail Bozkurt

1877-1878 Osmanlı Rus savaş sırasında Türk Müslüman halkın Balkan cephesi göçü,

1877-1878 Osmanlı Rus savaş sırasında Türk Müslüman halkın Balkan cephesi göçü,[1]  Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal Osmanlı Tarihi TTK Ankara 6. Baskı 2007Cilt VIII Sf. 419
[2] Ş. Süreyya Aydemir Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, Remzi Yayınevi 1972 1. Cilt Sf. 338
[3] Yusuf Hikmet Bayur,Türk İnkılap Tarihi TTK yayınları 1991 Ankara Cilt 1 Kısım II Sf. 91
[4] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal TTK Ankara 2011/ 6 Baskı Cilt VIII Sf. 258
[5] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal TTK Ankara 2011/ 6 Baskı Cilt VIII Sf. 27
[6] Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal TTK Ankara 2011/ 6 Baskı Cilt VIII Sf. 34
[7] Ş. Süreyya Aydemir Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa Remzi Yayınevi 1972 1. Cilt Sf. 71
[8] Prof. Justin Mccarthy Ölüm ve Sürgün İnkılap Yayınevi İstanbul 1998 / 2 Baskı Sf. 1

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.