Bodrum Gündem

Sesli İstila

Sesli İstila
13.05.2022
0
A+
A-

Kim demiş , ne demiş?  Neymiş, neymiş …….

Bizim bakkal camına duyuru asmış: “Halis Mazı’nın Çam Balı Geldi.” Yanında bir duyuru daha: “Gerçek Datça Bademi Bulunur.”  Aşağı Mazı’yı, yukarı Mazı’yı biliyorum ama “Halis Mazı” nerede pek çıkaramadım; “Sahte Datça” neresidir? Onu da pek bilemedim. Köşedeki inşaatın önünde bir tabela, “İzinsiz İnşaata Girilmez”. İzin almadan nasıl yapılıyor acaba?. Yol üstündeki emlakçının camındaki satılık ilanlarından biri şöyle: “Okazyonlu Evli Arsa”  Arsa evlenmiş, darısı bekar arsaların başına. Yol üstünde başka bir tabela, “Bekleme Yapmak Yasaktır” yazıyor. Okul yapılır, pasta,  börek yapılır da “bekleme” denilen şey nasıl yapılır; onu da anlayamadım.

Daha neler yapıyoruz neler…. Dolmuşta önümde oturan iki kadın konuşuyor. “Ayyy kanka stres yaptım valla.” Öbürü yanıt veriyor :” rolaks,rolaksss..” kadın devam ediyor: “Ayyy öyle deme kanka telaş yaptım,heyecan yaptım, neyseki o gün, sıpa günümdü kendimi sıpaya attım da biraz rahatladım.” Gene dolmuştayım bu sefer iki adamın konuşmasına tanık oluyorum. “Valla arkadaş ,benim şahsi kanaatime göre………” ( hem ben ,hem şahsi, hem de kanaatim) Arkadaşından yanıt geliyor.” Valla  şahsen benim  kendi fikrimi  sorarsan….

Yaşadığınız yöredeki caddelerde yürürken tabelalara şöyle bir bakın Türkçe ad taşıyan iş yeri, mağaza, lokanta ya da alış veriş merkezi göremezsiniz; hele tatil yörelerimizde… Bir zamanlar Milas’ın girişinde  Lion Çorbacısı  adlı  bir yer vardı. Hep merak etmişimdir; aslan çorbası mı  yapıyorlar ya da aslanlar çorba içmeye mi geliyor?  Bu gözler, İnter Kuaförü,  Özboing  Lokantası’nı da  gördü. “Boing” bir uçak firması adıdır. Anadolu’nun bir yerinde Özboing adlı bir lokanta ne anlama geliyorsa?

Ankara’da Çayyolu’na giden bir otobüsün önünde oturuyorum. Yanımda oturan yaşlıca bir adam, şoföre seslenip “arka düğüm” de ineceğini söylüyor. Şoför “ arka düğüm” diye bir durağın olmadığını belirtse de adam israrla,”olmaz mı tabikine var, arka düğüme gelince beni indir” diyor. Sonunda durum anlaşılıyor. Adam, Arcadium Alış Veriş Merkezine gidecek .Silivri’de bir esnaf lokantası ,öğle yemeği yiyoruz. Yanımızdaki masadaki adam, “ menü listesini”  istiyor. Listedeki et yemekleri bölümünde bonfilenin altında  “bonfrit” yazılı. Adam, listeyi uzun uzun inceliyor; belli ki fiyatlara bakıyor. Çorba ve bir porsiyon bonfrit istiyor. Sonunda  garson elinde tepeleme patates kızartması dolu olan bir tabakla  gelince adam, şaşkınlıkla bakıp;” ben patates kızartması istemedim ki bonfrit istedim “ diyor.

Yan profilden resim çekiniyoruz. “Hadi birlikte resim çekinelim”  diyor biri. Eğer “ çekiniyorsak”  neden fotoğraf çektiriyoruz; üstelik resim yapılır, fotoğraf çekilir. “ Doğal kaynak suyu” satılıyor. Yapay kaynak nasıl oluyor?

TV’deki sağlık programında sunucu,” Bu sıcak günlerde bol bol su tüketin, sebze meyva tüketin” diyor. Allah korusun tükenmesin; çünkü tüketmek, bitimek demektir. Sular tükenirse ,sebze meyva tükenirse halimiz nice olur. İçelim, yiyelim tabii yiyebilirsek. Telefon çaldığında “buyrun “ diye ya da “efendim” diye açıyoruz. Sanki evimize biri geldi de “buyrun hoş geldiniz” der gibi ya da hiç tanımadığımız birine neden” efendim” diyoruz.” Kimi aradınız “ demek varken. Anneler, babalar çocuklarına “anneciğim babacığım” diye sesleniyor. “Anneciğim yaramazlık yapma”, babacığım hızlı koşma düşersin”…….

Gazetelerde şöyle tümceler okuyorum. “ Sakarya’da ölmüş bir erkek cesedi bulundu”  Hem ölmüş hem de ceset “.Öldürülen maktülün cesedi bavul içine gizlendi”. Maktül ve ölü ,üstelik  ne kadar becerikli bir cesetse bavul içine gizlenebilmiş. TV  röportajında bir kadın, “aşağı indik arabamızı çalınmış halde bulduk “ diyor. Hacdan dönen bir yurttaş, yanında taşıdığı zemzem suyu dolu olan şişeyi göstererek, “bir duble zemzem, insanı aktivite eder” diyor. Bir genç, “Suriyelilere bizden çok fonksiyon veriliyor, bize aynı fonksiyonlar verilmiyor” diyor.

İşte dilimizi böyle hoyratça kullanıyor, yıllardır dilimize giren yabancı sözcükleri fark etmediğimiz gibi dilimizi geliştirip zenginleştirmediğimiz için Türkçe sözcükleri de özensizce kullanarak dilimizin kurallarını alt üst ediyoruz. Kuşkusuz saf bir dil yoktur ,tüm diller birbirinden sözcük alır. Hele günümüzdeki iletişim çağında her dilde yabancı sözcükler vardır. Ama bunu bir sınırı olmalıdır.  Tıpkı yabancı sığınmacılardan çekindiğimiz gibi dilimizin istila edilmesinden de çekinmeliyiz. Acaba bu yabancı sözcük  istilasının farkında mıyız? Tarihsel süreçte, bilimde ve edebiyatta  Osmanlıca gibi, içinde çok az Türkçe sözcük barındıran ,ağırlıklı olarak Farsça ve Arapçadan oluşan, karma ve yapay bir dilin ortaya çıkması o dönemdeki baskın dillerin bir sonucudur.  Bilim ve teknik yoluyla dile giren ve basın yayın yoluyla halk diline kadar inen sözcükler, bireyler tarafından anadillerindeki sözcükler gibi algılanamaz, kavranamaz. Çünkü onlar anadilimizdeki sözcükler gibi beynimizdeki bilgisayara kodlanmamıştır. Toplum bu yabancı sözcükleri mantık silsilesi içinde doğru ve ortak bir anlamda ancak zamanla algılayabilir. Bu süreç içinde de toplumda; anlamada ,kavramada ,düşünmede  bir daralma görülür, iletişim sağlıklı olmaz  ve toplum ortak bir düşüncede buluşamaz. Kısacası söyleyen, dinleyen birbirini tam anlayamaz. Dinleyen anladığını sanır ama özellikle yabancı sözcüklerle dolu bir tümceyi tam algılayamaz. “Münazara, muhatap, test, stres, kalite….” gibi sözcükler, uzunca bir zaman kullanıldığı için  bugün anlaşılabilir ama dile yeni girmiş olan “ plasman, destinasyon, konjüktür, prodiktivite, konsilide etmek …” gibi sözcükleri tanımlamasını isteseniz, her birey size farklı tanımlar yapacaktır. Bu da bu sözcüklerin içinde geçtiği tümceleri her bireyin farklı algıladığını  ve doğru anlamadığını gösterir.

Dil ve düşünce ayrılmaz bir bütündür, Düşüncemizi konuşarak dile getiririz ve sözcükleri kullanarak düşünce kurarız . Sözcük hazinemiz ve dilimiz ne kadar zenginse ,düşüncemiz de o denli zengindir .İnsanları düşündüren, düşünceden düşünceye ulaştıran da anadilindeki sözcüklerdir. Konuşmasak bile içimizden sessiz bir dil kullanarak düşünürüz çünkü düşünme, insan için sürekli bir eylemdir. Kısacası dilimiz düşüncemiz, düşüncemiz;  davranışlarımız, eylemlerimiz, ürettiklerimiz ve tükettiklerimizdir. Maç seyrederken, “ölmeye ölmeye, ölmeye geldik, sahalara gömmeye geldik” diye bağıran bir taraftarın maç çıkışı şiddete başvurmasına şaşmamak gerekir. Siyasilerin dilindeki, hiddet içeren, ayrıştıran ve özensiz seçilmiş sözcüklerin  toplumda gerilim yaratması da kaçınılmazdır.

Dil ve düşünce bir kâğıdın ön ve arka yüzü gibidir. Eğer kağıdın ön yüzü örselenmiş zedelenmişse arka yüzü de zedelenir. Eğer dilde bir bozulma bir yozlaşma olmuşsa bunun düşünceye ve topluma yansımaması olanaksızdır. Bir toplum için hiçbir şey dil kadar önemli değildir. Çünkü bireyler arasında sağlıklı iletişim sağlayan, toplumu ortak düşüncede buluşturan, bilim ve teknolojiyi halka ulaştırıp doğru kullanılmasını,  özümsenmesini sağlayan ve bir toplumu ulus yapan onu diğerlerinden ayıran en önemli unsur anadilidir. Acaba bizi biz yapan, bizi ulus yapan ve toplumu bir arada tutan dilimizdeki sesli istilanın ve bu gerçeğin farkında mıyız?  Atalar, “Sözü söyle alana, kulağında kalana” demiş. Öyle umuyorum ki burada söylenenler de tüm kulaklarda kalacaktır.

Nadiye  Sarıtosun

İTÜ Dil ve İnkılap Tarihi Bölümü

Emekli Öğretim Görevlisi  

 

-(Bu yazıda geçen yabancı sözcükler, alıntı yapıldığı yerden aynen aktarılmış, yazım yanlışlıkları düzeltilmeden kullanılmıştır.)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.