Bodrum Gündem

SEN “9 EYLÜL” DERSİN, BEN “BARIŞ” DERİM

İzmir’de 9 Eylül kutlamaları rekor bir kalabalık ve muhteşem bir görsel şölenle gerçekleşti.
Orada değildim ama fotoğraflardan, televizyonlardan gördüklerim bunu kanıtlıyor.
Ayrıca İzmirli dostlardan,gazeteci arkadaşlardan aldığım bilgiler umudumu o kadar artırdı ki.
Herkesin söylediği kutlamalarda tema “barış”tı. Karşı kıyıya ve insanlığa bir barış mesajıydı.
Mesela Haluk Tekeli ‘nin şu ifadeleri ne kadar değerli.
“9 Eylül kutlamalarının ana temasını “Barış” olarak ilan eden Başkan Tunç Soyer bu temaya karşı muhalefetten ve partisi içinden gelen bütün baskılara karşı gecede yaptığı konuşmada “cumhuriyeti yine barışla ve demokrasiyle taçlandırmak bize düşüyor” sözleri ile geri adım atmadı. İzmir’de 9 Eylül kutlamaları bu yıl ırkçı-şovenizme savrulmadan, bir başka ulusu aşağılamadan, ulusal kurtuluş mücadelesine saygı, geçmişe vefa ve iktidar blokunun savaş kışkırtıcı söylemine rağmen “Barış ve Demokrasi” talepleriyle gerçekleştirildi.
Bu yaklaşım tarzı yeni bir dil, yeni bir kültür toplumda ciddi bir karşılık buldu. ”

Datça’dan dostum Can Çınar da kutlamalardaydı.
Onun da söyledikleri Tekeli ile örtüşüyor.

“Tunç Soyer’in konuşması ve gösterinin metni çok başarılıydı bence. Yunan bayrağına da bir saygısızlık, düşmanlık yoktu. Buna özellikle çok özenilmiş sanırım.”

Mutlu olmamak elde mi?
Barış ve demokrasi haykırışları savaş naraları atanları öyle kızdırdı ki, bakın AKP’li Şamil Tayyar ne dedi?

“Atina Belediye Başkanı Tunç Soyer’i izleyince bir kez daha anlıyoruz ki işgalcilerin tamamını denize dökmemişiz! O gün kalabalığa karışıp kalanların tohumları yüzyıl sonra bu toprakların evlatlarına, atalarına nefret kusuyor. Öfkenizde boğulacaksınız.”

Belli ki, çok sinirlenmiş arkadaş.
Dengesi bozulmuş.
Barış, özgürlük sözlerini duyunca resmen deli dana gibi saldıracak yer arıyor.
Çünkü bunlar sevgiyle değil hep kanla beslendiler.
Doymadılar.
Bunlar, halkların kanından beslenen bit ordusu gibiler.

Oysa bugünlerde Ege’nin karşı kıyısında yeni bir kitap yayınlandı.
İsmi; 1922 Emperyalist Sefer ve Küçük Asya Felaketi.
Hazırlayan Yunanistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Tarih Bölümü.
Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) 1922’deki duruşunu biliyoruz.
Komşudaki yoldaşların Anadolu işgaline nasıl sert karşı çıktığı, barışı nasıl savunduğu ve üyelerinin ne ağır bedeller ödediği tarihin belleğinde duruyor.
Aradan 100 yıl geçti, Yunanlı komünistler aynı yerde.
Kitabı okumadım, elde etmeye çalışıyorum ama başlığı her şeyi anlatmıyor mu?
“1922 EMPERYALİST SEFER”
Paylaştığım fotoğraflar kitabın kapağı

Geçen sene 8 Eylül’de gazetem Haber Hürriyeti’nde “Bir Hayalim Var” başlığıyla bir yazı kaleme almıştım.
Eleştiren hatta küfür eden az değildi ama fikrime katılan da çoktu.
Şöyle yazmıştım.

“Bugün 9 Eylül.
İzmir’in işgalden kurtuluşu.
99 yıldır kutlanıyor.
Her yıl da kutlanacak.
Elbette kutlanmalı ama böyle mi?
Ezber bozup artık geleceği inşa edecek yeni bir şeyler söyleme zamanı gelmedi mi?
Biliyorum bu yazdıklarıma katılmayacak, karşı çıkacak, kızacak, hatta içinden küfür edenler olacaktır.
Canları sağolsun.

1453’te İstanbul’u Bizans’tan alan Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’un fethini pek kutlamıyordu.
Fatih Sultan Mehmet hiç kutlamadı.
Hatta bir dönem yasaklanmıştı.
Neden?
Nedeni ibretliktir.
1800’ün sonlarında devlette söz sahibi olmaya başlayan İttihat Terakki yöneticileri Sultan 2.Abdülhamit’e gider ve 29 Mayıs’ın İstanbul’un fetih günü olarak kutlanmasını önerir.
Gerekçe toplumdaki milletçilik duygularının artırılmasıdır.
2.Abdülhamit kabul etmez bu öneriyi.
Nedenini de yıllar sonra şöyle açıklar.
“Biz, İstanbul’u Rumlar’dan zaptettik. Fetih günü onlar matem tutmak isterler. Biz tezahürde bulunursak (ortaya çıkarsak) onların hissiyatını rencide ederiz. Benim zamanımda bir kere İstanbul’un fethi günü merasim yapmak istediler. Ben bu hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim. Bunlar hikmet-i hükûmettir, çünki her hükûmet teb’asının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeğe çalışmalıdır. Her nedense biz kendi kendimize mesele çıkarıyoruz.

Gelelim şimdi ne demek istediğime.
Evet 9 Eylül 1922’de İzmir işgalden kurtarıldı.
Emperyallerin maşası Anadolu’dan atıldı.
Ama Türk Ordusu İzmir’e girdiğinde bir tek Yunan askeri kalmamış, çoktan ülkelerine geri dönmüştü.
İzmir’de denize dökülenler Rumlar’dı.
Onlara İzmir’i terk edin denmişti.
Oysa onlar dededen, hatta büyük büyük dededen İzmirli’ydi.
En eski İzmirli’den, daha İzmirli.
Bir anda yüzlerce yıllık ata toprağından ayrıldılar.
Zenginler, hali vakti yerinde olanlar teknelerle emperyallerin savaş gemilerine binerek gitti.
Yoksullar kayıklara dolup, küreklerle gitmeye çalıştı ama çoğu İzmir körfezinde boğuldu.
Kalanlar ise 1942’de varlık vergisiyle, 1955’te 6/7 Eylül katliamıyla, 1964’te de “20 dolar, 20 Kilo” techiriyle azaltıldı.
1921’de İzmir’in toplam nüfusu 276 bindi ve bunun 140 bini Rum’du.
Şimdi ise parmakla sayılacak kadar azlar.
Bugün o azınlıkla birlikte yaşıyor, aynı güneş altında, aynı havayı soluyup, aynı kaderi paylaşıyoruz.
Karşı kıyıda ise onlardan binlercesi var.
Peki hiç düşündünüz mü, İzmir’in kurtuluş gününde onlar ne hissediyor acaba?
Hangi duyguları yaşıyorlar?
Rencide oluyorlar mı?
Onlardan biri Teodora Hacudi.
İzmir’de yaşayan bir Rum vatandaşımız.
İki yıl önce “Eylül’de İzmir’de Rum Olmak” başlıklı bir yazısını okumuştum, beni derinden etkilemişti.
Şöyle yazmıştı.

“Zor be kardeşim, Eylül’de İzmir’de Rum olmak zor, hem de çok zor.
Eylül ayı ironik bir şekilde Dünya Barış Günü ile başlar,
6-7 Eylül olayları ile devam eder,
9 Eylül ile zirveye çıkar, muhtelif ilçelerin kurtuluş günleri ile de biter.
Eylül’de İzmir’de Rum olmak zor.
O denize dökülenlerin artığı olarak direnmek, anlatamamak, ifade edememek zor.
Bu arada küçük bir dip not, 9 Eylül’de denize dökülenler
Yunan ordusunun mensubu askerler değil, bu toprakların yerel halkı Rumlardı.
Türk Ordusu İzmir’e girmeden önce Yunanlı askerler, körfezde onları bekleyen
İngiliz, Amerikan, İtalyan gemilerine binip gitmişlerdi.
Osmanlı tebaası Rumların da bu toprakları terk etmeleri emri gelmişti.
Ermeniler ise resmen arada kaynamıştı. Erkeklerin çoğunluğu kamplardaydı,
kadın, çocuk ve yaşlılar ise kıyı şeridinde…
Kimdi peki bu Rumlar?
Bu toprakların kadim halklarından,
1000 küsur yıllık Doğu Roma İmparatorluğunun torunları, Osmanlı tebaası,
has be has Anadolu çocuklarıydı…
100 yıl öncesinde bu topraklar da büyük acılar yaşandı.
Etkilenmeyen yoktu.
9 Eylül Türkler için zafer, Yunanlar için hezimet, Anadolu Rumları içinse büyük felaketti…
Ben yine de derim; savaşın kazananı yoktur.
Bu sabah Kültürparkın Basmane kapısında, büyük yangın öncesi Ermeni Mahallesi olan yerde, Fuar programına bakıyorum.
İki isme gözüm takılı kaldı. 8 Eylül Glykeria, 10 Eylül Ara Malikian…
Tam 97 yıl sonra dökülenlerin artığı ben,
Yunanlı ve Ermeni sanatçıları yanımda Türk arkadaşlarımla alkışlayacağım.
100 yıl öncesinin sorumlusu ne benim ne de yanımdaki Türk arkadaşlarım.
Ama bundan 100 yıl sonrasının sorumlusu biz olacağız.
O yüzden inatla bir kez daha barış diyorum.
Yaşanan acılar asla unutulmasın, unutulmasın ki bir daha yaşanmasın.”

*. *. *

Çok Rum arkadaşımdan benzerlerini duydum, duyuyorum.
Rencide oluyorlar.
Olmaları da çok doğal.
Evet, 100 yıl öncesinin sorumlusu bizler değiliz ama gelecek 100 yılın sorumlusu bizler olacağız.
Şimdi şöyle düşünelim.
9 Eylül törenlerindeki bu formatı değiştiremeyiz?
Örneğin bugünü bir Barış Günü’ne çeviremez miyiz?
100 yıl önce yaşananlara sünger çekerek tıpkı her yıl Çanakkale’ye gelen Anzaklar’ın aileleri gibi, buradan gitmek zorunda kalan Rumlar’ın ailelerini İzmir’e davet edemez miyiz?
100 yıl önce çekilen acılar anısına körfeze çicekler bırakarak, karşı kıyıdaki Rum dostlarımıza sunamaz mıyız?
100 yıl önce olduğu gibi körfezde Türkler ve Rumlar kayık yarışları yapamaz mı?
Bornova Stadı’nda futbol oynayamazlar mı?
Kordon’da Rembetiko eşliğinde rakı ve uzoları tokuşturamaz mıyız?
Sirtakiyi, mastikayı, zeybeği hep birlikte oynayamaz mıyız?
9 Eylül’ü kardeşlik ve barış kokan bir şölene çevirmek çok mu zor?
İzmir’in dağlarında barış çiceklerinin açması güzel olmaz mı?
İlle de “düşmanı denize döktük” diye böbürlenmek mi gerekiyor?
Türk Ordusu İzmir’e girmeden bir hafta önce Yunan birliklerinin komutanı Nikolaos Trikopis esir alınmıştı. Mustafa Kemal’in savaştığı generale, “Üzülmeyin. Siz görevinizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Siz bizim misafirimizsiniz ” sözleri tarihe kazınmıştı.
Türkiye’de kalan Rumlar’ın en huzurlu dönemi Atatürk ile Venizelos’un başlattığı ve 25 yıl süren barış günleri değil miydi?
O günlerde Atatürk’ün “bu bir aşk izdivacıdır” sözü ile Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi unutulur mu?
II. Dünya Savaşı döneminde Alman işgaline uğrayan ve son yüzyılın en sert kışını yaşayan Yunanistan’da savaş ve ambargodan aç kalan halka Türkiye yardım eli uzatmamış mıydı?
Aynı barış, aynı yakınlaşma şimdi neden olmasın?
İzmir buna, hem de 9 Eylül’de öncülük edemez mi?
Biliyorum, bugün bunlar hayal.
Bayrak da din gibi herşeyin üstünde, kutsallar ne de olsa!
Ama ne yapayım, ben biraz hayalperestim.”

Şimdi anlıyorum ki, tek hayalperest ben değilim demek ki.
Arşipel’in(Ege Denizi) iki kıyısından da barış, demokrasi, özgürlük sesleri yükseliyor.
Ben duymuyorum diyene Paulo Coelha’nın sözlerini hatırlatırım.
“Açıklamalarla vaktini harcama; insanlar sadece duymak istediklerini duyar.”
Barışı duymak isteyenler, kulaklarınızı açın…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.