Bodrum Gündem

Kendi Düşen Ağlamaz: Kurum Kampları

Bugünlerde 40 yaş üstü olup da 1 hafta olsun kamp tatili yapmamış kimse yoktur herhalde…

Yıl 1986, anadolu liseleri sınavlarına girmişim ve iyi de bir puan tutturarak İstanbul Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi’ne kaydımı yapmışız. Büyük amcamın kayınbiraderi Albay Korkut Ertürk -nurlar içinde yatsın- tam o dönemde Tuzla Kara Kuvvetleri Kampı’nın komutanıydı. “Çocuk bütün sene çok yoruldu, gelin kampta kalın istediğiniz kadar,” şeklinde bir emir(!) verince ailecek kampa yerleştik. Dedem asker olduğu için kampta kalma hakkımız vardı var olmasına ama, 15 günlük devreler halinde kalınan kampa Haziran’da girip Eylül’de çıkmak ancak komutanın torpiliyle olabilirdi. 1986 yazım bütünüyle Tuzla Kara Kuvvetleri Kampı’nda geçti. Çocukluğumun en tatlı anılarıydı o günler…

Kampta her şey son derece minimaldi. 2 katlı binalardaki odalarda sadece temiz yataklar, bir sürahi, 3-5 bardak ve minik bir dolap vardı. Oda önlerindeki balkonlarda ise iki adet sandalye. Yemekler hep birlikte tabldot olarak yenirdi. Arzu edenlere alakart lokanta da vardı ama alakart lokanta sadece hafta sonları veya özel günlerde tercih edilirdi. Kamp içinde bir berber, kamp doktoru, mayo, tişört, güneş kremi, şapka yarzı şeyler satan bir butik, bir kantin, mini bir lahmacun fırını ve roof bar vardı.. Akşam yemeği 18:30 – 20:30 arası yenir, roof bar 21:00’de açılıp 23:00’te kapanırdı. Dönemin son gecesi ise mutlaka şarklı türkülü bir eğlence gecesi yapılırdı. Devrenin ilk günü herkesi şöyle bir tanır, ilk akşam yemeğinden sonra ise hemen birileriyle arkadaş olurdunuz ve devre boyunca birbirinizden ayrılmazdınız. Kamp içinde general aileleri farklı yerlerde kalır, yemek yer ve denize girer, diğerleri kendi rütbelerine uygun olarak yerleşim sağlardı. Tüm kamp askerler tarafından işletilirdi. Garsonundan aşçısına temizlik yapandan şarkı söyleyenine herkes askerdi. Bir komutanın ailesi olduğumuz için kampın her yerde özel ihtimam görürdük. Böylesi bir hiyerarşiye ve ihtimama alışkın olmadığımızdan bu biz oldukça garip hatta zaman zaman gülünç gelirdi. Her şeye rağmen son derece güzel bir yaz geçirdiğimizi hatırlıyorum. Fiyatların dışarıya göre oldukça ucuz olduğunu söylememe gerek yok herhalde…

Hemen yanımızda İller Bankası’nın kampı vardı. Orası da benzer bir şekilde işletiliyordu. Daha sonraları konuştuğum bütün yaştaşlarım benzer hikâyeler anlattılar. Erdek Tekel Kampı, Karpuzkaldıran Askeri Kampı, DSİ kampları, MİT kampı, Basın İlan Kurumu kampı, TURBAN kampları, Vakıfbank kampı ve daha niceleri… Hepsi de minimum konfor şartlarında hizmet veren, havası ve denizi temiz, güzel yerlerdi.

Kamu kurum kampları, devletin Anayasa’da da belirtildiği üzere “sosyal devlet” olma vizyonuna paralel olarak kurulmuş ve belirli bir maddi düzeyin arlında maaş alan ve normal şartlarda tatil yapamayacak olan çalışanların da insani şartlarda yılda 1 kez 15 gün tatil yapabilmelerine odaklanmış tesislerdi. Hangi devlet memuru çocuklarını da alıp 10 gün 15 gün tatil yapabilir? 2000’li yılların başlarına kadar yapabiliyorlardı…

2000’li yılların başında kayınpederimin gazeteci olması vesilesiyle Basın İlan Kurumu’nun İstanbul Bayramoğlu’ndaki kampına gider olmuştum. Çocukluğumdaki kamp havası az çok kalmış gibiydi. Önce yönetim bir şekilde değiştirildi sonra kampın havası bir anda değişti ve sonunda orası da kapandı ve anılarımızdaki yerini aldı. Basın İlan Kurumu kampının kapatılmasıyla birlikte artık iyice belli oldu ki Türkiye Cumhuriyet Devleti artık bir sosyal devlet değil ve vatandaşları ancak parası mukabilinde insanca yaşayabilecek…

Çok yazık oldu memlekete… Çok yazık oldu halka…

Velâkin…

Kendi düşen ağlamaz…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.