Bodrum Gündem

Bodrum Hakiminin Kızının Kaleminden / BODRUM, BODRUM…

özden çil bodrum anılarıAntik çağlardan günümüze büyük küçük herkesi büyülemiş olan “Bodrum” özlemle anılan bir şehirdir ve yaşayan yıllar geçse de bazı anılarını unutamaz.

Ben de onlardan biriyim. Size, 3 yaşındayken Bodrum’un berrak denizinde babası tarafından sandaldan atıldıkça ilk defa çırpınarak yüzmeyi öğrenen küçük bir kızın onda iz bırakan anılarını anlatmaya ve 1940’ların Bodrum’unu yaşatmaya çalışacağım.

Özden Çil Bodrum Gündem Yazıları (7)Babam Nazif Kula Bodrum’a hâkim olarak atanmıştı. Bol virajlı toprak yollardan, ormanlık alanlardan geçerek bin bir güçlükle geldiğimiz şehre, beş kişilik ailem, uç kesimlerinde bir eve yerleşmişti. Annem, babam, abim, ablam ve ben. Daha sonra başka bir eve taşındık. Ben 2,5 yaşındaydım. Hatırlıyorum, çünkü ilk geldiğimiz evden deniz kenarında iki katlı eve eşyalar götürülürken, ben de kalaylı, yoğurt yapılan küçük bir bakracı taşımaya çalışıyordum. Herhalde parlaklığı cezbetmişti ama taşıyamayacağım kadar ağırdı. İki elimle önümde taşıyor, sık sık yere koyuyor, yardım isteyeceğim biri var mı diye, bacaklarımın arasından arkaya bakıyordum. O bakracı çok zor taşımıştım ve yaşadığım sıkıntı dün gibi.

Yeni evimiz kendine çağıran pırıl pırıl bir denizinin kenarındaydı. Yüzmeyi öğrendikten sonra, kış mevsiminin 1-2 ayı hariç hep denizdeydik. Babam bir gün pazardan biber alarak,  kızartma yapan anneme benimle gönderdi. Pazarımız da, toprak meydanda, ağaçların altında; köylülerin, yetiştirdikleri domates, patlıcan ve biberleri önlerindeki hasıra sererek sattığı bir yerdi. Kıyıdan eve geldiğimde abim ablam yüzüyorlardı; ben de hemen sepeti kumların üstüne koydum, entarimi çıkararak denize daldım. Annem beni denizde görünce; hem beklediği malzeme gecikmiş hem de küçük kızı şubat ayında denize girmişti, maşayı sallayarak beni denizden çıkarttı; gerçekten beni dövecek endişesiyle, “geliverin komşular” diyerek çevreyi ayağa kaldırmıştım. Hiç dayak yememiştim ama yemeyeceğimi nereden bilebilirdim ki?  Aslında abim ve ablamdan 10 yıl sonra doğmuş, ailenin kıymetlisiydim. Ama annemi elinde maşayla üzerime gelirken görünce çok korkmuştum.

Deniz hepimiz için en büyük eğlenceydi. Çok oynadığımız bir oyun vardı: Amerikan bezinden yapılmış büyük bir çarşaf ıslatılır, havalandırılarak denize atılınca deniz yüzeyinde bir çadır meydana gelirdi. Dip dalarak onun içine çıkmak çok eğlenceliydi.

Sabah kahvaltılarımız da muhteşemdi. Yerlisi tarafından akşam sağılan hayvanların sütlerinden toplanan kaymaklar gün doğmadan gönderilirdi. Taze ekmek, balla yenen o kaymakların tadını unutamam.

Bodrum’un en güzel zamanında geçti çocukluğum. Şehirde 800-900 ev vardı. Cumhuriyet Caddesinin kara ve deniz tarafında sıralanmış iki katlı, mutfakları evin dışında çok sevimli evlerdi. Şimdi Manastır Oteli olan yerde gerçekten bir manastır vardı ve aramızdaki yeşil alan papatya ve lalelerle kaplı bir piknik alanıydı.

Özden Çil Bodrum Gündem Yazıları (2)Cumhuriyet Caddesinin sonunda sağa dönülünce adliye binası ve yakınında, bir evden dönüştürülmüş hapishane vardı. Hapishanenin kapısı genellikle açıktı çünkü davalar ya kız kaçırma ya da arsa paylaşımlarıydı; bunları da babam, uzlaştırarak hallettiğini söylerdi.

İşitme ve konuşma engelli “Samut” lakaplı balıkçıdan da söz etmeden geçemem. Samut’u herkes tanırdı. Küçük sandalıyla en önemli işi yapardı: Sadece denizden ulaşılabilen Bardakçı’da kayalar arasından akan buz gibi tertemiz içme suyunu su tenekelerine doldurup getirir, isteyen evlere dağıtırdı. Bir de Samut, her güzel kıza aşıktı. Elinde nüfus cüzdanı, işaretle bazı sesler çıkararak evlenmek istediğini anlatmaya çalışır, kızlarsa anlamamazlığa gelir, güler geçerlerdi. Samut’un iri balıkları da harikaydı.

Bodrum’un bunaltıcı sıcak günlerinde, şehrin karşısındaki uzun, kayalıklı Karaada’ya, yiyecekler ve içecek, su alınarak sandallarla kalmaya gidilirdi. Uzun, bölmelere ayrılmış yıkık dökük, damı kapısı olmayan bir bina vardı. Damı palmiye yapraklarıyla kaplı, kapı yerine bir kilim asılarak oda şekline sokulan yerlerde kalınırdı. Deniz taşlı olduğundan giremezdik ama adanın ucundaki mağarada bulunan tertemiz ılık kükürtlü suya girer, gözlerimize yararlı diye açıp kapayarak eğlenirdik.

Cumhuriyet Caddesinin üzerinde iki bakkal vardı. Evimizin yakınında, kara tarafında bir de fırın. Caddenin başında denizin üzerinde çeşitli ağaçlı bir park ve Mahfel denilen bir alan vardı. Yılın toplantıları, baloları orada yapılırdı.

Kadınların tuvaletli, erkeklerin kravatlı olduğu o muhteşem Cumhuriyet bayramı baloları… Hanımlar özenle tepeden tırnağa hazırlanırlardı. Unutulmazlarımdan biri de, o balolardan birinde annemin giydiği şık zarif ayakkabısını, küçük ayaklarıma geçirip yürümeye kalkınca ortasından kırdığım ve fena halde azarlandığımdır.

Özden Çil Bodrum Gündem Yazıları (3)Ülkemiz II. Dünya Savaşı’na girmemişti ama ekonomik olarak çok etkilenmişti. İnsanların en büyük ihtiyacı un, şeker ve çok sevilen peksimet, karneyle veriliyordu. Bu arada yaratıcı fikirli insanlar güzel şeyler üretiyordu. Benim çok sevdiğim, misafirlere ikram olarak hazırlanan, içine ceviz konarak ekmek fırınında pişirilmiş incirler… Annem onları kavanozlara koyarak yüklükteki raflarda saklardı. Ben keşfetmiştim ama oraya ulaşmak bir mesele ve çok çaba harcadığımdan, elim yorganların arasında asılı uyuya kalmışım, beni uzun aramalardan sonra buldular ve tabii kavanozların yeri değişti.

O günlerin Bodrum’unda kimse kapısını kilitlemezdi. Herkeste bir güven ve huzur vardı.  Ancak gidilen yerde uzun zaman kalınacaksa kilitlenir, gelen misafir içeri girip dinlenmek isterse diye, anahtar kapının yanındaki çengele asılırdı. Genellikle hanımlar deniz kenarından komşulara geçer, sabah kahvelerini içerken beçiç denen, beyaz deniz kabuklarıyla oynanan bir oyun oynarlardı.

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı Bodrum’un bilgesiydi. Anılarını anlattığı doyulmaz sohbetleri, etrafına neşe saçan kahkahalarıyla aranan bir dosttu ve bizim komşumuz, babamın da en yakın arkadaşlarından biriydi.

Sıcak bir yaz günü, Cevat Şakir’in tanınmış zarif, şık kardeşi Aliye (Berger) onları ziyarete gelmişti. Denize girdiğini duyunca, onu yakından görmek için kıyıda bekledik. Güzel kadın çok hoş bir şekilde, bizlere gülerek denizden çıktı, ayaklarının ucuna basarak yürüyordu. Hayatımda ilk defa, birisinin ayak ve el tırnaklarında kırmızı oje görüyordum. Şaşkın bir şekilde bakarken, beni bir rüyadan uyandırmak ister gibi yanağımı okşadı; geçti, evine gitti.

Bodrum’un mis kokulu mandalinasını tüm dünyaya tanıtan da Balıkçı’dır. Kızının düğünü için gittiği Sicilya’dan Washington portakalı, greyfurt, mandalina gibi narenciye fidanları getirmiş, burada yetişmez demelerine rağmen yetiştirmiştir. Bugün Bodrum mandalinası başlı başına bir marka ise, onun sayesindedir.

Bodrum’da Azmak başındaki kahve de çok özeldi: Balıkçı yazılarını orada yazar, çizer; liman reisi gemilerden aldığı gazeteleri, mecmuaları bakılması için dağıtır; bütün dünyaya sünger satan süngerciler, balıkçılar, kim kimi ararsa orada bulurdu. Babam bazı akşamlar yemeğe geç kalırsa, ben onu çağırmaya giderdim. Orada olmak, o kahvenin hasır koltuklarında oturup babamı beklemek çok hoşuma giderdi.

Yıllar geçti gitti. Bodrum’dan sonra çeşitli şehirlerde yaşadık ama çocukluğumun Bodrum’unu hiç unutmadım; çok sık geliyor, eski Bodrum’u bulamasam da doyumsuz güzelliğini yaşıyorum.

Bu yazıyı yazarken o günleri yeniden yaşamama neden olan Çiçek Bozoğlu’na, anılarımın bilinmesi gerektiğini söyleyerek beni isteklendiren Özlem – Hasan Doğan çiftine teşekkür ederim.

Sevgi ve saygılarımla

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.