Bodrum Gündem

Üç Şehitler Alanı… MAZI’DA  RUM EŞKİYALARA KARŞI VERİLEN DİRENİŞ DESTANI…

Üç Şehitler Alanı… MAZI’DA  RUM EŞKİYALARA KARŞI VERİLEN DİRENİŞ DESTANI…

yılmaz bozkurtYılmaz Bozkurt / BG Yazıları

Güneş köyün doğu tarafındaki tepelerin üstünde yükselmeye başlamıştı. Köy sıcak bir Mayıs sabahına hazırlanmaktaydı. Olgunlaşmaya başlayan buğday başaklarının bazıları hafiften sararmaya başlamıştı. Arpalar ise eli kulağındaydı. Bir hafta on gün içinde biçilebilecek duruma gelirdi.

Köyde çok fazla ekili alan yoktu. Ekili olan yerleri de yaşlılar ve kadınlar sürmüşlerdi. İki yıl önce Seferberlik ilan edildiği için köyün gençleri ve erkekleri askere alınmıştı. Askere gidenler ‘’padişahım çok yaşa,Sultan Reşat çok  yaşa’’ diye diyerek köyden ayrılmışlardı.

Ayrılış esnasında babaların çocuklarından ayrılması çok dramatik olmuştu. Birçoğu geri dönmeyeceğini biliyordu. Son bir kez çocuklarına sarılıp onların koksunu içlerine çekip öyle gitmişlerdi cepheye. Kimisi çocuğunun saçlarından bir tutam kesip yanında götürmüştü.

Bütün köylü giden askerlerin ardından gözyaşları dökmüşlerdi. Köyün bütün işleri kadınlar, çocuklar ve yaşlılara kalmıştı. Bunun dışında köyde iki sağır ve dilsizin dışında genç erkek kalmadığından zor işler sırayla onlara yaptırılırdı.

Ekinler başak vermeye başladığı andan itibaren iki-üç çocuk sırayla nöbet tutup ekinleri bekler ve gelen kuşları kovarlardı. Köydekilerin hepsi daha önce yaşamış oldukları kıtlık yıllarında palamut Meşesinin ve Pinar ağaçlarının pelitlerinden yapılan ekmekleri yemişlerdi. Bu yüzden köyde kalanlar buğdaylarını gözleri gibi koruyorlardı.

Hacı Hasanoğlu bu köyün yaşlı sakinlerinden biri olup, sözü dinlenip hatırı sayılır kişilerinin başında gelmekteydi. Babası hacı olduğu için kendisine Hacı Hasanoğlu denmişti. Adı Hüseyin’di. Ama kimse onun bu adını bilmez kendisine ‘’Hacı Hasanoğlu efe, emmi veya dayı ‘’ diye hitap edilirdi.

Bu bahar 70 yaşını tamamlamıştı. Bu yüzden karısı Elif Kızı’na ara sıra ,‘’hanım yaş etmiş, iş bitmiş. Bundan sonra benden sana fayda yok. Başının çaresine bak ‘’ diye takılırdı.

Elif Kızı’da 60 yaşlarında olmasına rağmen erkek yapılı bir kadındı. Babasını bebekken kaybettiği için kendisini annesi büyütmüştü. Bu yüzden herkes ona Elif kızı derdi. Gençliğinde tek başına buğday ve zeytin çuvallarını katır veya eşeklere sarardı. Şimdi ise zayıflamıştı. 50-60 civarında keçisi vardı. Bütün işi onlarla uğraşmaktı. Çobanlığı esnasında kendisine köpeği eşlik ederdi.

Fatma ise komşu köyden Topal Rıza’nın kızıydı. Hacı Hasanoğlu’nun torunu Ali’yle iki yıl önce evlenmişlerdi. Kocasıyla beraber oldukları altı ayı geçmezdi. Onun da iki ayını Ali cephede yaralanıp hava değişimi iznine geldiğinde geçirmişlerdi. Ali, askerdeyken olan oğlu İsmail’i ilk kez izine geldiğinde görmüştü. Oğlunu koklayıp, bağrına basmıştı. Oğullarına Ali’nin babası İsmail’in adı verilmişti.

Fatma keçiler dağa gidene kadar analığına yardım eder, yemek yapar ve kalan zamanlarda da çocukla ilgilenirdi. Fatma kocası Ali’yi çok özlüyordu. Daha 19 yaşına yeni girmişti. Ali izin dönüşü askere giderken oğulları İsmail’i ona emanet etmişti.

O sabah Hacı Hasanoğlu yatağından gerinerek kalktı. Kendisini tüy gibi hafif hissediyordu. Üzerine hırka yeleğini giyerek abdestini aldı. Gelinleri Fatma daha erken kalktığı için ocağı yakmış ve sabah için tarhana çorbası pişirmekteydi. Elif Kızı da çocukla oynaşıyordu. Bir buçuk yaşına yaklaşan İsmail yürümeye başlamış ve çok sevimli bir çocuk olmuştu.

Ali’nin babası İsmail ve annesi Sultan bir yıl arayla  ince hastalıktan* öldükleri  için yedi yaşında yetim kalan Ali’yi dedesi Hacı Hasanoğlu ve Nenesi Elif kızı büyütmüştü. İsmail bebek adını taşıdığı dedesi İsmail’e benzediği için Hacı Hasanoğlu  İsmail’i ‘’Dedesinin oğlu bu ‘’ diye severdi.

Hacı Hasanoğlu sabah namazını kıldıktan sonra ocağın başındaki köşede bulunan şiltesine oturdu. Elleriyle kendisine heybet veren sakalını sıvazlayarak eşine ‘’ Eee Elif Kızı. Oğlumuzu everdik, kızımızı çıkardık. Torun torba sahibi olduk. Bir de şu vatan bir selamete çıksa. Allah padişahımız başımızdan eksik etmesin. Allah islam’ın sancağını yere düşürmesin. Yoksa bu gavurların elinden çok çekeceğimiz var .Aksi gibi de köyümüz denize yakın bu yüzden adalardaki gavurların savaşla meşgul olmamızdan yararlanıp çapulculuk  yapmalarından korkuyorum ‘’dedi.

mazı köyünde rum eşkıyaya karşı verilen mücadeleElif kızı ‘’ Allah korusun ‘’ diye karşılık verdikten sonra. Hacı Hasanoğlu ‘’Sultan Hamit zamanındaki Yunan harbi sırasında adalı gavur eşkiyaları  sık sık bizim kıyılarımıza saldırmışlardı. Bunun evveliyatı da olmalı ki bizim Bodrum kazasındaki köylerin hemen hepsi denizden bir hayli içeride kurulmuş’’ diye devam etti.

Ardından ‘’Kisebükü’nde Sakallıoğlu’nun keçilerini çalmak isteyen bu gavur eşkiyası Sakallıoğlu’nun kızı ve çocuğunu öldürmüşlerdi. Köylüler tarafından garipler öldükleri yere deniz kıyısına gömülmüşlerdi’’ diye ekledi. Sonra da ‘’ Bunlardan insanlık diye bir şey bekleme. Ellerine düşersek hepimizi  kıtır kıtır keserler. Allah devletimize zeval vermesin. Padişahımıza uzun ömürler versin’’ diyerek sözlerini tamamladı.

Adalı eşkiyaların en ünlüsü  Kalimnoslu Yorgi’ydi. Yorgi İtalyan subaylara rüşvet verip serbestçe Bodrum, Gökova ve Datça kıyılarına saldırıyordu. Saldırıda iki tane büyük tirhandil teknesini kullanırdı. Her seferinde Klaimnos, Leros ve istanköy’den 15-20 arasında silahlı çapulcu alır ve her seferinde onlara payını verirdi.

En çok saldırdıkları yerler çoğunlukla Kalimnos’a yakın olan Akçaalan, Karakaya, Geriş ile biraz ileride olan Farilya ve Müsgebiydi. Yorgo’nun bu bölgedeki adamı Kefalika’lı Dimitri’ydi. Dimitri celeplik yaptığı için bütün köylerde kimde ne var ne yok bilirdi. Bu yağmalarda çoğunlukla canlı hayvan kaçırılırdı. Çok kalabalık olmadıkça,güvenlik gerekçesiyle  denizden bir iki kilometre olan içeride kurulmuş olan köylere saldırmazlardı. Deniz kıyısına yakın olan hayvanları kaçırırlardı.

Yorgo’nun en büyük yardımcılarından biri de Çökertme’deki yerli  gavurlardan biri olan Nikola’ydı. Nikola teknesiyle sürekli adalarla Datça, Gökova Körfezi ve Bodrum arasında gidip gelirdi. Adalara gidişinde Mazı’dan, Bozalan’dan halı, bal mumu, buğday, meşe kömürü vb şeyleri götürür, dönüşünde de  de kumaş, silah, barut, mermi ve kap kacak getirirdi. Bu seferlerden iyi para kazandığından teknesini de  büyütmüştü.

Yorgo, kaçakçı Nikola’ladan Bodrum’un doğusuna yapacağı  saldırılarla ilgili olarak Kalimniyos’a geldiğinde ondan bilgi alır, verdiği bilgiler karşılığında da ona bir miktar para verirdi. Bu yüzden Nikola adaya her geldiğinde mutlaka Yorgo’yu bulurdu. Nikola’dan Aldığı bilgiler doğrultusunda harekete geçen Yorgo ve adamları gece karanlığında yola çıkar ve  sabaha doğru yağmaya girişirlerdi. Dolunay olduğu zamanlarda geceleyin de yağma ve çapul yaparlardı.

Elif Kızı kucağındaki ismai’i şiltenin üzerine bıraktıktan sonra bakır kovayı alarak keçileri sağmak için koşana *gitti. Etrafı çalılarla çevrili olan koşanda keçiler bulunurdu. Oğlaklar ise ‘’ kuzuluk ‘’ olarak adlandırılan küçük koşan’da yer almaktaydı. Keçilerle oğlakların melemelerinin bir birine karıştığı bir ortamda Elif Kızı keçileri sağmaya başladı.

Her keçinin memesinde oğlakları için bir miktar süt bırakarak sağmaya devam eden Elif Kızı kovayı doldurunca koşandan çıktığında köyün alt tarafında yer alan Akkovanlık mevkiindeki buğday tarlalarının içinde bir sürü keçiye benzer karaltı gördü.

İçinden ‘’Eyvah birilerinin keçileri koşandan kaçmış olmalı ‘’ diye geçirerek çığlığı bastı. Karısının çığlığı karşısında Hacı Hasanoğlu  kucağındaki İsmail’i şiltenin üzerine bırakarak hızla yerinden kalktı ve karısının yanına geldi. Karısı tarlanın içinde ilerleyen keçileri gösterince Hacı Hasanoğlu beyninden vurulmuşa döndü ve ‘’Ulan bunlar keçi değil !. Bunlar gavur eşkiyası! Baksana deniz kıyısındaki kayıklarına ‘’ diye haykırdı. Yaşlılıktan dolayı gözleri iyi görmeyen Elif Kızı ekinlerin içinden ilerleyen eşkiyaları da keçilere benzetmişti.

Hacı Hasanoğlu çığlıkları merak edip kucağında İsmail ile gelen Fatma ile Elif Kızı’na ‘’ Çabuk köylüye haber verin diyerek’’ bağırdı. Sonra da hızla eve koşarak vaktiyle eşkıya olan ve eşkiyalığı bıraktıktan bir süre sonra kendini asan Deli Durmuş’tan satın aldığı mavzerini ve mendil içinde sakladığı mermi çıkınını alıp dışarı çıktı. Çıkını açıp mermileri saydı mavzerin içindekilerle birlikte 24 mermisi olduğunu gördü. Ardından kendi kendine ‘’ Ulan kafirler, geleceğiniz varsa göreceğiniz var. Biz daha ölmedik. En az beşinizi gebertmesem gözlerim açık gider ‘’ diye geçirdi.

Hacı Hasanoğlu çocukluğunda da böyle bir saldırı yaşadığı için, içinden hep böyle bir saldırıyı bekliyordu. Evi köyün en alt kısmında bulunduğundan saldırıya karşı uyanık ve hazırlıklı olmak zorundaydı. Bu yüzden eşkıya Deli Durmuş’tan Tosun karşılığında mavzeri ve mermileri almıştı.

Fatma’yla Elif Kızı köyün diğer eli ayağı tutan insanlarına haber vermişlerdi. Köyde çocuk ihtiyar 30-40 kişi kadar eli ayağı tutan insan vardı. Ellerine balta,tahra,bıçak,tüfek ne buldularsa geçirmişler hep birlikte Hacı Hasanoğlu’nun evinin yanına doğru gelmekteydiler.

Yorgo adamı Nikola sayesinde Hacı Hasanoğlu’nda çok miktarda keçi olduğunu öğrenmişti. Köylülerin kendilerini görünce direnemeyip kaçacaklarını düşündüklerinden fütursuzca düzlükten yamaca doğru ilerliyorlardı. Köyde ne kadar canlı hayvan varsa bunları önlerine katarak teknelerle adalara götürüp satacaklardı.

Düzlükten sonra Mazı’ya doğru başlayan yamaç bodur sakızlık ve ardıç ağaçları ile kaplıydı. Başlarında Hacı Hasanoğlu’nun bulunduğu köylüler sakızlık ağaçlarını kendilerine siper edindiler. İhtiyarların çoğu gençliklerinde avcılık yaptıklarından çok iyi nişancıydı. 15-20 kişinin elinde silah vardı. Bunların çoğu tekli yada çifte dolma tüfekten oluşmaktaydı. Beş kişinin toplu tabancası vardı. Bunları da daha önceki dönemde Nikola’dan satın almışlardı. Hacı Hasanoğlu’nun dışında iki kişide de mavzer vardı.

Yamacı yarılayan Yorgo huzursuzdu. Köydeki derin sessizlik onu endişelendiriyordu. Nedeni de mutlaka köydekilerin onları görmüş olmaları gerekirdi. Buna rağmen en ufak bir ses yoktu. Bu endişesini yardımcısı Leroslu Vasili’ye söyleyince Vasili ‘’görseler ne olur, görmeseler ne olur. Az sonra silah seslerini duyunca hepsi korkak tavuk gibi kaçışır. Biz de dört ayaklı ne varsa önümüze katar götürürüz ‘’ deyince rahatladı. Ama yine de yamacın bittiği yerdeki düzlükte köyü gözledikten sonra saldırmaya karar verdi.

Hacı Hasanoğlu’nun liderlik ettiği köylüler onları görüyordu. Hepsi sessizce biraz daha yaklaşmalarını bekliyordu. Köylülerin saklandıkları yere 40-50 metre yaklaştıklarında tam düzlüğe çıkmışlardı. Hemen hepsi hedefin ucundaydı. Hacı Hasanoğlu birden ‘’ Allahsız kafir’’ diyerek tetiğe bastı. Tam göğsünden vurulan Yorgi böğürerek yere yığıldı. Bunun üzerine diğer köylüler de ataşe başladılar.

Çapulcu eşkıya hiç beklemedikleri bu durum karşısında korku ve şaşkınlık içinde yere yatıp onlar da karşı ateşe başladılar. Hacı Hasanoğlu bulunduğu yerden fırlamıştı. Hiç durmadan ateş ediyordu. Keskin nişancı olduğundan her attığını da vuruyordu. Birden sarsıldı ve ‘’Köpekler ‘’ diyerek yere yığıldı. Vurulmuştu. Buna rağmen cebindeki mermileri mavzerine yerleştirmeye çalışırken yanına sürünerek gelen komşusu  Mustafa ağa kendisini çekerek sürüklemeye kalkınca terslemiş ‘’Ateş et, ateş et ‘’ dedikten sonra başı düşmüştü. Hemen Hacı Hasanoğlu’nun mavzerini alan Mustafa Ağa ateş etmeye başlar.

Özellikle ilk ateş sırasında büyük çoğunluğu vurulan çapulcular yanlarına yaralılarını da alıp kaçmaya başlamışlardı. Köylüler belli takip mesafesinde çapulcu Rum eşkiyayı deniz kıyısına kadar kovaladılar.

Bu çatışma sonunda Yorgo dahil olmak üzere çapulculardan üç kişi bulundukları yerde  yaralı olarak kaçanlardan iki kişi de yolda ölmüşlerdi. Deniz kenarına kadar kan izleri devam ettiğinden içlerinde çok sayıda yaralı olduğu anlaşılmaktaydı. Bu saldırı adalı eşkiyaların Gökova Körfezi’ne yaptıkları son saldırı olmuştu.

Köyden Hacı Hasanoğlu’nun dışında iki kişi daha ölmüştü. Bunlar da Halil Çavuş ile  sağır ve dilsiz kardeşlerden Yusuf’tu. Bunun dışında beş kişide çeşitli yerlerinden hafif şekilde yaralanmıştı. Köylüler en çok henüz 25 yaşında olan Yusuf’a üzüldüler. Diğer sağır ve dilsiz kardeşi Yunus’un feryatları yürekleri dağlıyordu.

Köylüler hemen toplandılar. Şehitler için defin işlemlerini başlatmaları gerekiyordu. Bu üç kişi şehit olduğu için onları köy mezarlığına değil, öldükleri yere gömmeye karar verdiler. Sonrasında bu düzlüğün adı  ‘’Üç şehitler ‘’ olarak anılmaya başlandı. Savaştan sonra başta şehit yakınları olmak üzere herkes ölülerini buraya gömmeğe başladı. Bunun üzerine köylüler şehitlerinkiler de dahil olmak üzere hemen hepsi yazısız olan bu mezarların karışmasını önlemek için şehitlerin mezar taşlarını insan boyuna yakın büyüklükte dikerek diğer mezarlardan farklı görünmelerini sağladılar. Bu üç şehitten dolayı da buraya ‘’ Üç Şehitler Mezarlığı ‘’ adı verildi. Mazı’dan İnce Yalı veya Çakıllı yalı’ya giden herkes buradan geçerken şehitler ruhuna Fatiha okuyarak ,bunu geleneksel hale getirdiler.

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.