Bodrum Gündem

Sizin olmaz dediğinizi hayat, bir gün önünüze olur olarak koyar, şaşırıp kalırsınız

Sizin olmaz dediğinizi hayat, bir gün önünüze olur olarak koyar, şaşırıp kalırsınız

MELTEM Trubody, Destek Yayınları etiketiyle yayımlanan “Kimse Gitmemiş Gibi” kitabında, Paris ve Londra’dan başlayıp Anadolu’nun ufak bir kasabasına uzanan, “Kanadı kırık” maziye sahip karakterlerle dalga dalga umuda açılan, “Olmayanı oldurma” cesaretine ve yetisine sahip bir hikâye sunuyor.

-“Kimse Gitmemiş Gibi”nin henüz başında, hayatla ilgili cümle içinde kullandığınız bir ifade var. Başı da var ancak ona hepimiz aşinayız. O yüzden ben devamından devralayım: “…olmazların ve olmazları olur yapan ihtimallerin bulunduğu bir yol değil miydi?” diyorsunuz. Sanırım kitabın bel kemiğini bu cümle oluşturuyor. Çok derin bir konu ama burada gayet net belirttiğiniz gibi de bir özü var. Bunun açılımını bir de sizden dinleyerek başlamak isterim.

HER ŞEY TERS, HER ŞEY AYKIRI

Teşekkür ederim. Romanda vermek istediğim birkaç mesajdan birisiydi bu. Söylediğiniz gibi geniş, derin ve çok yönlü bir konu.

Hayatımızda çok fazla olası durum var, gerçekleşmesi imkânsız olanlar, imkânsıza yakınlar, olmaz gibi gözüken ama içinde küçük bir ihtimal barındıranlar, kuvvetle muhtemeller…

Benim kastettiğim; ‘Olmazlar rafı’na kaldırdığımız, çöpe attığımız veya bir sebeple şansa çeviremediğimiz, öte yandan içinde gerçekleşme olasılığı barındıranlar.

Kitap Paris’te Betül ve Deniz’in imkânsıza yakın aşkıyla başlıyor, duyguları ve iyiliksever kişilik yapıları dışında bu işin olması için her şey ters, her şey aykırı. Bir şansları var mı,  “Olmazları olur yapan” ihtimal karşılarına çıkacak mı göreceğiz.

Yine kitaptan bir örnek verecek olursak; bir zamanlar gencecik, tecrübesiz, köyünden hiç çıkmamış bir kız olan Hacer’in, ona dayatılan hayatın içerisinden, aklına yatan küçücük bir ihtimalin peşinden gitme cesareti göstererek çıkıp kurtulması, kendisi için imkân ve ihtimal dahilinde olmayan, hayal bile edemeyeceği bir geleceğe adım atması da “Olmazlar” ve “İhtimaller”i anlatıyor.

DEMEK Kİ İMKÂNSIZ DEĞİLMİŞ

Buna benzer örnekler kendi hayatımızda, çevremizde de yabana atılmayacak kadar çoktur. Mesela “İmkânsızı başardı” derler, demek ki imkânsız değilmiş. Sizin olmaz dediğinizi hayat bir gün önünüze olur olarak koyar, şaşırıp kalırsınız, mesele aslında bundan ibaret. Bunu görebilenlerin ve değerlendirenlerin hayatı şansa dönüştürülmüş fırsatlarla, göremeyenlerin veya görmek istemeyenlerin hayatı da kullanılmadan hurdaya atılmış araçlar gibi kaçırılmış fırsatlarla dolu. Elbette, bu bir tercih meselesi aynı zamanda. Fakat çok isteyip de asla olmaz, dediğiniz her ne ise, iyi bakın, belki de bir olabilirliği vardır.

-Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak kitaptaki karakterler de, “Olmazları olur yapan ihtimallerle” bir araya geliyor. Genelde böyle bir konu işlendiğinde yazarlar eli yüksekten açar. Ancak “Kimse Gitmemiş Gibi”nin sahiciliğe, “Olabilme ihtimaline” yakın durmasını sizin örgünüzdeki sadelikten aldığını düşünüyorum. Katılır mısınız buna?

Elbette katılıyorum, hem bir okur olarak hem de yazarken önemsediğim bir konuya değindiniz. Dünyada büyük trajediler, toplumsal travmalar, yüksek başarılar, ünlü yıldızlar, manşetlere taşınacak önemli olaylar kadar, hatta onlardan daha fazla normal bir akış ve sade yaşamlar da var. Diğerlerine göre daha sıradan yaşayan insanların başına gelen sıra dışı olayları ve bu durumun onların küçük dünyasında yarattığı yüksek etkiyi hem okumayı hem de anlatmayı çok seviyorum. Yani hayatı normal döngüde akan insanlardan bahseden metinlerde olay örgüsü sert iniş çıkışlardan uzak ve sade olsa da ilişkileri, sevinçleri, üzüntüleri, hayalleri, umutları çok ilgi çekici, anlatılmaya değer ve aslında daha sahici geliyor bana. Dolayısıyla onların olmazlarının olura dönme ihtimali de daha yüksek ve daha gerçekçi.

ÇOĞUMUZU GEÇMİŞLE BİR HESABI VAR

-Pınar, Betül, Sedat, Deniz, Hasan, Hacer… Hepsinin toplamı “Kanadı kırıklar kulübü”nü oluşturuyor benim nezdimde. Mazide bıraktıkları, aynı mazide bırakıldıkları nahoş hikâyeleri var. Kitabı bir dönüşüme uğratmadan bu çizgi üzerinden devam ettirseydiniz ya da böyle bir geçmişe sahip karakterler yerine, tuzu kuru karakterler kurgulayarak bir başlangıç yapsaydınız, bu size, yazar olarak aynı şekilde yansır mıydı?

Hangimizin kanadı kırık değil ki? Hayat her şeye rağmen devam etse de çoğumuzun bir hikâyesi, bıraktıkları, bırakamadıkları ve geçmişle bir hesabı var.

Kitabı başlangıç çizgisinde, dönüşüme uğratmadan, mazideki küskünlük ve kırgınlıklarla devam ettirmeyi hiç düşünmedim. Belki son zamanlarda okuduğum ve izlediğim her şeyde bir umutsuzluk, karamsarlık olduğundan belki de bu romanı pandemi zamanında yazmış olmanın bilinçaltıma etkisiyle okurlara umut, hayallerine ulaşmaları için hiçbir zaman geç olmadığı, dibe vurdukları ve çıkmaza girdikleri anda bile bir çıkış yolunun mümkün olabileceği mesajını vermek istedim.

Tuzu kuru karakterlerle başlamak konusuna gelince; hiçbir derdi, tasası olmamış veya ununu eleyip eleğini duvara asmış karakterlerden yola çıkıp aynı çatışmalarla, benzer bir olay örgüsü kurmak mümkün olabilirdi ama bu roman umutsuzluktan umuda doğru bir yolculuğu konu aldığı için bu başlangıç doğru olmazdı diye düşünüyorum. Çünkü geçmişe geri dönüşler ve o dönüşlerdeki “Kanadı kırık” hikâyeler bu yolculukta bize gerekliydi.

-Olaylarla çok çabuk müdahil oluyoruz ve bunun sonucunda, kitabın göbek bağını Betül ve Deniz ile Sedat ve Pınar’ın keseceğine neredeyse emin olacak hale geliyoruz. Kurgunun gelişme bölümünü bu kadar uzun tutmanızın sebebi, okurla biraz “Oynamak” mıydı? Daha açık şekilde belirtecek olursam; kitabın sonuna gelene kadar aslında oyalanmıyoruz. Sizin yarattığınız atmosferin içinde biraz kafamız karışıyor ve yaşananlara karşı olan mesafemizde açılma oluyor. Bu yüzden de biz sayfalar içinde ufaktan kaybolmaya yüz tutarken siz gökten düşen üç elmayı önümüze koyuyorsunuz. Bu bilinçli bir tercih miydi?

BİLİMSEL TAKTİKSEL BİR YOL

Roman okurken, oradaki karakterleri kendi hayal gücümüzle birer oyuncuya dönüştürüp, hikâyeyi zihnimizde senaryolaştırırken, mekân tasvirleriyle birleştirerek, okur olarak her kitapta kendimizce bir film yarattığımızı düşünüyorum. Bu bence çok heyecan verici, zihni besleyen bir aktivite.

Romanı yazarken, okuru Paris, Londra’dan geçirip Anadolu kırsalına getirmek, o kırsaldaki yaşamı olabildiğince tattırmak, bir grup insanın başına gelen olayları tasvirler, diyaloglar ve gerektiği yerde yöresel dille anlatmak, kahramanların duygularını okuyucuya film tadında geçirmek istedim. Kitapların iyi bir edebi dille, kuvvetli ifadelerle, doğru teknikle ve yazım kurallarına uygun metinler olarak yazılıp basılmasını elbette çok önemsiyorum. Ancak günümüzün hızlı dijitalleşen, sosyal medyayla beslenen ortamında değişen konsantrasyon düzeyi ve dikkat süresini de göze alarak, sadeliği, samimiyeti, gerçekliği, okuyucuyla kitabın içinde buluşup karakterlerle tanıştırmayı, okur-kahraman ilişkisini kuvvetlendirdikten sonra Betül’ü, Deniz’i, Pınar’ı, Sedat’ı, Hacer’i, Hasan’ı, İmbat’ı, Marco’yu onlara teslim edip çıkmayı hedefledim. Yazarken bu hususlar dışında, teknik çerçeve içerisinde oynamak, kafa karıştırmak gibi bilinçli taktiksel bir yol izlemedim.

Elmalara gelince, günümüzün hızlı değişen, çabuk tüketen, stresi bol, gerçekliği az, sanala dönük ortamında, bize artık masalsı gelen geçmişe özlemi de düşünürsek, çok az kişi başına gökten üç elma düşmesinden şikâyetçi olur diye düşünüyorum.

DÜNYADA İYİ İNSANLAR ÇOĞUNLUKTA

-Kitapta “Gri Şapkalı Adam” özelinde iyiyle kötü meselesine değiniyorsunuz. Bunun pek de eğreti durduğunu söyleyemem zira kitaba başka bir açıdan bakma olanağı da sunuyor. Bu konunun metinde ayrı bir işlevi olduğunu söylemek mümkün mü?

“Gri Kasketli Adam” iyi ve kötüyü işlemek, kötülerin kendi özelinde daha yalnız olduğunu vurgulamak açısından önemliydi. Çok tuhaftır, bazı okurlar bu kötü adamı pek sevmişler. Kötü tarafını sevdiklerini düşünmüyorum ama sanırım işleniş şekli hoşlarına gitti.

Bu adam yani Cafer, kitapta önemsiz birisi gibi gözüken fakat benim çok güçlü bulduğum, en sevdiğim karakterlerden birisi olan Yusuf Baba’yı anlatmaya büyük destek verdi, böyle bir işlevi de oldu. Yine burada açıklamak, kitaba dair ipucu vermek doğru olmaz ama iyi adamlardan birisinin içindeki öfkeli canavarın çıkmasına sebep olması da insanların onları tahrik eden olaylar karşısında ne hale gelebileceğini göstermesi açısından önemliydi.

Dünyada iyi insanların “Kimse Gitmemiş Gibi” de olduğu gibi hâlâ çoğunlukta olduğuna inanıyorum.  Öte yandan kötülük de iyilik de hayatın tam ortasında. Henüz bitirdiğim ikinci romanımda kötülük ve çatışma daha fazla, akış oldukça hızlı, kahramanlar daha iddialı, konu da farklı fakat yine içimizden birilerinin gerçekçi hikâyesi. Sonuç olarak iyisiyle ve kötüsüyle bu hayatı yazmayı çok seviyorum. SAYFA SAYISI: 200, BASKI YILI: 2023, YAYINEVİ: DESTEK YAYINLARI…

Özkan Saçkan

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.