Bodrum Gündem

BIRAK YANSIN..

14.12.2010
0
A+
A-

28 Kasım 2010 tarihinde İstanbulun 3-5 simge binasından biri, Haydarpaşa Garı alevlere teslim oldu.

Alevleri izlerken hissettiğim kızgınlığı ve düşündüklerimi yazmak üzere iken posta kutuma sevgili dostum, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi yazarı Mehmet Ali Tuğtan’ın yazısı düştü. Bu hafta köşemi nokası virgülüne dokunmadan kendisine bırakıyorum, ben de yazsam daha güzel ifade edemezdim.


cheap Viagra
 

“Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethettikten sonra şehrin uzun yıllardır ihmal edildiğini, bir zamanların muhteşem Doğu Roma başkentinin içinde tarlalar açılmış bir harabe yığınına dönüştüğünü görünce, üzüntüsünü şöyle dile getirmişti:

purchase Strattera

 “Efrasiyabın kulelerini baykuşlar bekler olmuş!”


Yaptığı ilk işlerden biri, fethettiği şehrin ve tüm Ortodoks Hıristiyanların dini lideri olan Patriği ziyaret ederek unvanını ve görevini aynen koruyacağını bildirmek, ikincisi de kendisini Kayzer-i Rum (Roma İmparatoru) ilan etmekti. Bunu yaparak, tebasının yarısına yakını Rum (Eski Roma) kökenli Ortodoks Hıristiyanlardan oluşan devletinin temellerini sonraki üç yüzyıl için sağlama alıyordu.


Merak ediyorum, 547 yıl önce fethettiği şehri ve onu bugün yönetenleri görseydi ne derdi?


Bunu bilmemiz olanaksız, ama şehrin durumunu kısaca özetleyebiliriz. Pazar günü yanan –niyeyse tam otel yapılması tartışılırken yanan- Haydarpaşa Garı, çok daha uzun ve kapsamlı bir katliam listesinin son halkasıdır: 


Kentsel dönüşüm, TOKİ üzerinden siyasetçinin seçim fırsatçılığına, düşük kredi faizleri üzerinden “Biz yaptık, oldu!” kapitalistlerinin kar hırsına emanet edilmiştir: Bunun sonucunda şehrin çeperlerinde dev binalar, her türlü mimari ve estetik kaygıdan muaf yükselirken, şehrin merkezinde kalan eski deprem yönetmeliklerine göre yapılmış binalara genç beyaz yakalı ve öğrencilerden oluşan bir kiracı ordusu doluşuyor. Yeni binaları kuşatan gecekondu mahallelerinin sakinleri ise, “Vatandaş para peşinde” sloganını takiben evlerini müteahhitlere daha pahalıya vermenin hayaliyle olduğu yerde oturmakta.  purchase Cialis


Yer bilimcilere göre (Medya maymunu değil, gerçek yer bilimcilere göre) önümüzdeki on yıl içinde 7.6 şiddetinde bir depremle sarsılma olasılığı %65’in üstünde olan İstanbul’da yerel yönetim, bu durumdan haberdar olarak geçirdiği on yılda dişe dokunur hiçbir önlem almazken, hükümet de yeni bina stoğu üretimini serbest piyasaya emanet etmiş; kişi başına 0.75 metrekare boş alan düşen şehir merkezinde bir deprem anında kimi nasıl nereye tahliye edeceğine dair hiçbir plan üretmemiştir. Yarın deprem vurduğunda, parmaklarıyla yukarıyı işaret ederek “Allah’ın takdiri” diyecek, evsiz kalanlara TOKİ’den deprem konutu sözü verecekler.


Şehrin orman arazileri 2B statüsüne sokulup yağmaya açılmıştır. Zekeriyaköy yolunda askeriyenin boşalttığı 5. Füze Üs Komutanlığı arazisi, planlarda “makilik” olarak göründüğü için TOKİ’ye verilecek. O yoldan geçip üçüncü köprünün ayağının ‘ineceği’ Garipçe’ye gidenler bilir, dünyanın on metre boyundaki yegane “maki”leri bu arazide bulunmaktadır! “İhtiyaç” diyerek inşa edilen her köprünün, şehrin nüfusunu daha da arttırıp çözmek için yapıldığı sorunları daha da azdırdığı artık sabitken, şehir tarihinin en büyük rant yağmasına hazırlananların gözünü para hırsı bürümüştür.


Gerçi Kadir Topbaş henüz Beyoğlu Belediye Başkanı iken ağaç düşmanlığını sergileyerek İstiklal Caddesindeki beş-altı metre boyundaki yüze yakın ağacı “Esnaf istemiyor!” gerekçesiyle bir gece yarısı söküvermişti. O ağaçlar ve altlarındaki Arnavut kaldırımının yerine, döşenmesi bir buçuk eziyetli yıl süren meşhur “Çin granitleri” geldi. Bugün granitler paramparça, İstiklalde yürürken sakatlanmamak için bubi tuzağı gibi üzerlerinden sekmek gerekiyor. Güneşli günlerde kalabalığa gölge sağlayan tek şeyse, Demirören’in caddenin ortasında yükselen dev alış-veriş merkezi!


Taksim anıtı “restore edildi”: Anıtın en karakteristik özelliği, yukarıdan bakınca ortası yuvarlak bir “+” işaretine benzemesidir. Bu durum Vatikan’dan Berlin’e, Paris’ten Washington’a bu tür anıtların ortak bir özelliğidir. Ancak son restorasyonda, Taksim anıtının Sıraselviler’e bakan köşesi “Törenlerde anıta çelenk koyan zevat daha rahat etsin” gibi komik bir gerekçeyle genişletildi. İstiklalden yüze yakın ağacı söken zihniyet, Taksim anıtının yanına tuzluk gibi bir de çam ağacı dikti üstelik. Sonuç: Yukarıdan bakınca Taksim anıtı “+” şeklinde değil, etekli bir çöpten kadın şeklinde görünüyor.


AKM, Kültür Başkenti yılında boş. Bahçesine yerleşen köpekler tek tesellimiz, zira hem çok sevimliler ve hem de hiç olmazsa binanın sağına soluna işeyen berduşları uzak tutuyorlar. Tamam, statüsü belirsizdir, şu an kullanılmamaktadır, ancak AKM’nin önüne bir bekçi dikip insanların duvarlarına işemesini engellemek bu kadar zor mudur?


Yukarıda saydıklarımız ve buraya sığmayacak çok daha fazla örnek, maalesef “münferit olaylar” değil, bir zihniyetin göstergesidir. Bu zihniyetin ataları, bundan yüz otuz yıl evvel yağmacı arkeolog Heinrich Schliemann’a Truva’nın kalıntılarını paketlediği gibi Almanya’ya kaçırması için gerekli izni verirken “Sağda-solda duran molozu kaldırması için gerekli kolaylığın sağlanması” buyurmuştur. Çünkü bu zihniyet dünyayı “Bizimkiler ve diğerleri”, “Hak ve batıl” ölçülerine göre bölen, mimariden edebiyata, diplomasiden yerel yönetimlere her türlü faaliyetini bu bölünme çerçevesinde gerçekleştiren bir zihniyettir. 


 Bu zihniyet, “fethettiği” insanların da imparatoru olamaz. Yalnızca kendi insanlarının imparatoru olmaya devam eder. Bu zihniyet, “Öteki”nin Cemevinde, Kilisede, Sinagogda; antik bir tapınak ya da camdan yapılmış bir piramidin önünde hissettiğin huşuyu paylaşamaz. İmamın kendi cemaatinden olmadığı bir camide bile rahat edemez. Sana zevk ve mutluluk veren bir gül bahçesi, onun için karşısına cami dikilmesi gereken bir semboldür. Senin durup saatlerce incelediğin on dokuzuncu yüzyıldan kalma bina, onun için potansiyel alış-veriş merkezidir. Senin gövdesine yaslanıp, gölgesinde serinlediğin ağaç, onun için caddeyi tıkayan bir engeldir. Senin sanat eseri dediğin heykel, onun için puttur. Senin modern mimari miras dediğin bina, onun için üzerine işenesi bir cam yığınıdır.


Ülkenin yarısına yakını “Sizi onaylamıyoruz!” deyince balkona çıkıp herkesi kucaklayacağını iddia eder, ama iş onların değerlerini, eserlerini korumaya gelince Bloodhound Gang’e bağlar:


The roof, the roof, the roof is on fire


The roof, the roof, the roof is on fire


We don’t need no water let the motherf… burn


Burn motherf… burn.”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.