Bodrum Gündem

Kendi Yağımızla Kavruluyoruz..

Bonservis Gıda A.Ş.nin organize ettiği Dünya ve Türkiye Ekonomisinde Trendler ve Beklentiler konulu söyleşide bir araya geldiğimiz Boolberg HT Ekonomi Direktörü Prof.Dr. Kerem Alkinla ekonomi ve Bodrum üzerine sohbet ettik.

Kendi Yağımızla Kavruluyoruz..
12.05.2011
0
A+
A-


 

 

 

Kendi Yağımızla Kavruluyoruz…

 


 


Hafta sonu Bonservis Gıda A.Ş.’nin organize ettiği “Dünya ve Türkiye Ekonomisinde Trendler ve Beklentiler” konulu söyleşide bir araya geldiğimiz Boolberg HT Ekonomi direktörü Prof.Dr. Kerem Alkin’la ekonomi ve Bodrum üzerine sohbet ettik.


 


Çiçek Bozoğlu/Bodrum Gündem


Türkiye’nin konusunda uzman sayılı isimlerinden olan Prof.Dr. Kerem Alkin aynı zamanda akademisyen. Cumhuriyetten bu yana tek partili hükümet dönemlerinde ekonominin daha mı iyi büyüyor? Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti üçüncü defa hükümetlerinin olursa ikinci dönemde sıkışan ekonomiyi hareketlendirebilecekler mi? Kaosta olan Araplar paralarını nereye aktarıyorlar? Mısır neye farklı bakıyor da turist sayısı az olduğu halde daha iyi kazanımlar ediyor gibi sorularımızı içtenlikle cevapladı.


 


Konuşmamıza  Kerem Alkin kimdir diye soralım ve sizi sizden  dinleyelim.


1965 İstanbul doğumluyum. 22 yıllık evliyim,   18 yaşında bir kızım  var. Akademisyen olarak çalışmalarımı sürdürüyorum. Üniversite öğretim üyeliğinin yanı sıra basın işi ile uğraşıyorum. 1987 yılından beri akademisyenim ve 90 yılından bu yana da ekonomi basının içindeyim. Dolayısıyla görsel, yazılı ve rayda anlamında bütün  medya süreçlerinde büyük bir zevkle görev aldım ve almaya da devam ediyorum. Üniversite hocalığı ile medyayı birlikte yürütmeye devam ediyorum.


Bugün Bodrum’da Bonservis firması vasıtasıyla Bodrum’da ekonomi ile ilgili bir panel düzenlediniz ve çeşitli veriler açıkladınız. Turizm sektörü doğru yönetildiğinde Türkiye’nin cari açığının ciddi bir bölümünü kapatacak dediniz. Mevcut görünümde turizm kendi seyrine bırakılmış durumda olduğuna göre, bu gidişatta bir düzelme olma olasılığı mevcut mu?


Türkiye’de hükümetlerin turizm sektörüne hangi pencereden baktıklarıyla alakalı bir durum. Buy Topamax on line  Turizm sektörünün bölgedeki diğer ülkelerle Mısır’la, Yunanistan’la, İspanya’yla benzeri ülkelerle çok sağlam bir rekabet içerisine girmesi halinde gerçekten Türkiye ekonomisi için  büyük bir döviz geliri oluşturabilecek bir sektör olup olmadığıyla bağlantılı bir konu.  Orada görebildiğim kadarıyla biraz sektörün önünü açmak adına ve Akdeniz havzasındaki, bölgemizdeki ülkelerle rekabet anlamında bir problem var. Şöyle ifade edeyim; Mısır piramitlerini, çeşitli dünyaca paylaşılan özellikleriyle dünyadan çok ciddi turist çektiği düşünülen bir ülke. Ben rakamlara vakıf olana kadar Mısır’ın Türkiye’den daha çok turist çeken bir ülke olduğunu zannediyordum. Şunu çok enteresan bir şekilde fark ettim ki, Mısır’a giden turist sayısı Türkiye’ye gelen turist sayısının yarısından az. O zaman diyorsunuz ki Mısır Türkiye’den daha az turist bir ülke olmasına rağmen, uluslar arası düzeyde baktığınızda 40-50 milyon turist ağırlıyormuş gibi bir izlenim veriyor. Bunu iyi yönetiyor. Türkiye ondan kat ve kat daha fazla turist ağırlıyor olmasına rağmen maalesef aynı imajı veremiyor. Anlaşılıyor ki Mısır’ın turizm sektörüne bakışının daha kurumsal ve daha ilgili olduğuna işaret ediyor.



 

Yine sizin söylemlerinizden yola çıkarak Türkiye’nin yeni bir büyüme modeline ihtiyacı olduğunu göz önüne alırsak; tarım, inşaat ve sanayimiz Türkiye’nin bel kemiği ise, hükümet tarafından bununla ilgili yeterli bir çalışma yapılıyor mu ve siz bu çalışmaların içinde yer alıyor musunuz bir akademisyen olarak?

Esasen bu güne kadar çeşitli sektörlere yönelik olarak kamu otoritesi nezdinde bazı düzenlemeler  yapıldı. Biz doğrudan ekonomi yönetimine bağlı olarak, ekonomi yönetimiyle bir araya gelerek çalışmadan daha çok esasen ürettiğimiz raporlarla kamu oyuna mal edilen ve çeşitli çözüm önerilerini ekonomi yönetimine sunan akademisyenleriz. Zaman zaman ekonomi yönetimi bizimle bir araya geliyor. Üç ayda bir ekonomi yönetimiyle  bir gurup akademisyen ve köşe yazarlarıyla bir araya geldiğimizde yakın gelecek ve orta vade için Türkiye’nin gündemindeki konulara yönelik olarak neler yapılması gerektiği hususunda mümkün olduğu kadar bilgilendirici, fikir verici bir takım çabalar ortaya koyuyoruz. Ne olursa olsun bizim ortaya koyduğumuz fikirlerin ötesinde süreci nasıl yöneteceğine dair  yada hangi sektörlere nasıl bir aktif vermesi gerektiğine tabii hiç şüphesiz kamu otoritesi karar veriyor. Bazı yönleri itibarıyla bakıldığında inşaat sektörü ve onun alt bir parçası olarak inşaat malzemesi  tarım ve turizm gibi sektörlerin aslında bir noktadan sonra rekabetçilik adına bir takım çabalar ortaya koyuyorlarsa bunları tamamen kendi imkanlarıyla yaptıklarına şahit oluyoruz. Böyle de bir gerçek var.


Kendi yağlarıyla kavruluyorlar


Bu yönüyle bakarsak, evet sektörler kendi yağlarıyla kavrularak bu günlere geldiler. Bundan sonra kanım odur ki özel sektöre biraz daha fazla teferruatlı destek verilmesi gerekiyor.


Cumhuriyetten bu yana tek partili hükümet dönemlerinde ekonominin daha iyi büyüdüğünü belirttiniz. Birinci dönemlerinde büyümenin gerçekleştiği, ikinci dönemlerinde ise durağanlaştıklarını ifade ettiniz. Mevcut hükümet üçüncü döneme talip ve bu gerçekleşirse Türkiye’de bir ilk olacak. Eğer mevcut hükümet tekrar yönetime gelirse üçüncü dönem ekonomi politikaları için ne söyleyebilirsiniz?


Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti üçüncü defa hükümet olursa ikinci dönemde sıkışan noktaları; işte tarım sektöründe beklenen dönüşümü sağlayamaması, çeşitli sektörlerde nerede tıkanıldı, hangi reformlarda gecikildi? Belki bunların üzerine gidilmesi gerekiyor. Çok  önemli. Eğer bu süreç ikinci dönemki aksaklıklardan gerekli dersleri çıkarmak ve süreci ona göre yönetmek anlamında bir algı sağlamazsa o zaman tabii üçüncü dönemde sıkıntıların daha fazla arttığına, ve dolayısıyla görevdeki hükümetten  yüksek beklentiye rağmen ortaya konulan performansın çok düşük düzeyde kaldığına şahit olabiliriz. Bu da ister istemez zaten iki dönemden beri hükümet olmuş bir partinin daha da yıpranması gibi bir sonucu beraberinde getirebilir. Eğer yeniden seçilmeleri durumunda Adalet ve Kalkınma Partisinin ciddi bir zihinsel dönüşümden, daha somut bir mikro reform sürecinden  belki geçerek girmesi gerekiyor. Ona göre bir ekip tazelemesi yapması gerekiyor. Belki de başbakan Erdoğan’ın TBMM’de halen kağıt üzerinde görevini sürdürmekte olan gruptan 176 milletvekiliyle, yani neredeyse yarısıyla yollarını ayırmasının arkasında böyle bir arayışta yatıyor olabilir.


Seçim dönemleri ekonominin en sancılı zamanıdır. Çünkü yatırımcılar bir sonraki hükümette karşılarında kimleri göreceklerini bilemediklerinde piyasalar bir durgunlaşır. Şu anda böyle bir durum söz konusu mu?  


Değil. Çünkü kimi gerekçelerle kamu oyuna yansıyan anketler ve siyasi anlamadaki değerlendirmeler şu an için Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına iktidar olması ihtimaline hala kuvvetle işaret ediyor. Bu nedenle iş dünyasında bu genel seçimlerden bir koalisyon  çıkabileceği ihtimali çok kuvvetle muhtemel gözükmüyor. Bu nedenle iş dünyasında çok şaşırtıcı bir tabloyla, bir parlamento aritmetiği ile karşılaşılmayacağına dair bir beklenti söz konusu. Tabii ki parlamento aritmetiğinde partiler daha iyi milletvekili sonuçları veya beklenenden kötü sonuçlar ortaya koyabilirler. Ancak bunlar şu an için Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına iktidar olabilecek milletvekili sayısını bulabileceğine işaret ediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi 276 nın üzerinde milletvekili çıkarır ama, bu milletvekili sayısı varsayalım ki 290 larda 295 erde kalır. Bu başkanlık sistemi dahil kritik önemdeki anayasal değişiklikler için bu çoğunluğun olmadığı anlamına gelir. Bu nitelikli çoğunluğun Adalet ve Kalkınma Partisinde olmadığını anlamına gelir. Bu durumda Adalet ve Kalkınma Partisi söz konusu anayasal değişikliler ve başkanlık sistemi için diğer partilerle pazarlık edip ona göre, onların da görüşünün alındığı bir anayasal değişikliği yapmaya gidebilir ya da bunun üzerinde bir milletvekili çıkarmak suretiyle istediği anayasal değişikliği de yapabilir. Burada iş dünyası açısından seçim sonuçlarına yönelik olarak bir belirsizlik yok. Seçimden çıkacak olan parlamento aritmetiğine göre anayasal değişiklik, başkanlık sistemine yönelik olarak bir merak var. Ama bu merak kendi mecrasında piyasa boyutunda bir soruna şimdilik yol açmıyor.


 


Türkiye’nin çevresinde özellikle Orta Doğu’da mevcut bir kaos var. O kaostan Araplar paralarını güvenli olduğunu düşündükleri yerlere özellikle Türkiye’ye aktarıyorlar. Bunlar varsayım.

Tabii bunlar varsayım. Reel böyle olduğunu anlatıyor, ama elimizde somut kanıt yok. Hissiyat, ekonomiden gördüklerimiz, ortalıktan, İstanbul’daki kalabalık, Türkiye’de akrabası olan bir çok Suriyelinin tel örgüleri dahi aşarak buradaki akrabalarına sığınıyor olmaları bu bahsettiğiniz anlamdaki başlıkların doğruluğuna işaret ediyor.


Olası bir hükümet değişikliğinde veya koalisyon olursa Arapların mevcutta varsayılan sıcak paralarını Türkiye’den çekmeleri  gibi bir durumu getirir mi?


O iktidara gelecek olan herhangi bir başka partinin aynı coğrafyaya hangi bakış açısına sahip olduğuyla doğrudan bağlantılı. CHP veya MHP tek başlarına iktidara gelseler veya  bir koalisyon oluştursalar yada Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidara gelse veya bir başka partiyle koalisyon oluştursa Türkiye’nin dış politikasında şu anda yürümekte olan süreçte çok kritik değişiklikler olacağı tahminin de değilim. Farklı bir beklenti içinde değilim. Şu an birinci ve ikinci kuşak bölgelerle yürüttüğümüz ekonomi ve ticaret diplomasisini Türkiye açısından çok anlamlı bir dış politika olduğu pek çok gerekçeyle Türkiye’nin bu ülkelere gerçekleştireceği ihracat bağlantılarıyla kendini hissettiriyor. Dolayısıyla 12 Haziran’da gerçekleşecek olan seçimlerden sonra parlamentoda böyle bir dış politika sürecini çok ciddi anlamda değiştirecek bir iktidar değişikliği olmaması halinde Arap dünyasının da bölgedeki komşuların da Türkiye’ye bakışında bir değişiklik olmayacak.


Bildiğimiz kadarıyla Bodrum’da sıkça bulunuyorsunuz.


Durumu şöyle izah etmek gerekir. 1970’lerin sonlarına doğru Bağla ve Kargı koylarının her ikisini de değerlendirmek üzere İstanbul ve Ankara’daki akademisyenler ve bürokratlardan oluşan bir gurup insan bir kooperatif kurarlar. İçinde bankacılar da olduğu için Bank Ev Kooperatifi denir. Peder 1970’lerde Türkiye’nin çok iyi tanıdığı ekonomistlerden, yöneticilerden ve gazetecilerden biri olan Güngör Uras tarafından  ikna edilir. Güngör Hoca Erdoğan beyi (pederi) oraya yatırım yapmaya ikna eder. Çok küçük ama bizim için maddi, manevi değeri çok yüksek olan bir ev. Sanıyorum 1991 olması lazım Bank Ev Kooperatifindeki bütün üyeler Ankara’da Devlet Su İşlerinin konferans salonunda kura çekimine davet edilirler. Hem anayola yakın, hem denize hem de alış veriş yerine yakın çok güzel bir ev seçtim. İşin enteresan tarafı o gün planlara bakanlar benim kurada çektiğim evi çoktan haritada tespit etmişler ve onlar ah bize çıksa diye heveslenmişler. Biz tamamıyla şans eseri o evi çektik. Ben nerede olduğunu görmek üzere maket doğru giderken çoktan tebrik almaya başlamıştım. Uzunca bir dönem o evi nasıl değerlendireceğimizi düşündük. Çünkü rahmetli annemizin kanser hastalığıyla uğraştığımız bir dönemdi. Annem 1994 Haziranında vefat ederken, bir vasiyet olarak o evi var olan torunu (bizim kızımız doğmuştu) ve gelecekte

Generic Cialis

Sahip olacağı diğer torunlar için açılmasını vasiyet etti. Teyzemle 94 yılında kendi imkanlarımızla o evi açtık. Bizim için o evin manevi değeri çok fazladır. 17 yıldan bu yana düzenli olarak bu eve gelip Bodrum’un güzelliklerini paylaşmaya devam ediyoruz. Ancak benim Bodrum’la tanışmam 1983 yılına kadar uzanır. 1983 yılı Mayıs ayında tanıştım ve Bodrum’a aşık oldum. Kendine özgü tarzı olan muhteşem bir yerleşim bölgesi.Tarihini okudukça tabii çok daha etkileniyor insan. Ondan sonra iki yıl arka arkaya çok yakın arkadaşlarımla başımızı dinlemek üzere Bodrum’a geldik. Sonra 1988’de nişanlımla Bodrum’a geldik. O zaman Gümbet’in 3 sene içerisinde nasıl böyle bir dönüşümden geçtiğine hayretler içerisinde kalmıştım. Çünkü bizim geldiğimiz tarihte bile Kara Kuvvetleri Kampından sonra Gümbet’e doru dürüst yol yoktu ve İkinci Dünya Savaşından kalmış ciplerin dolmuş seferi yaptığı dönemlerde Bodrum’u gördük. Dolayısıyla  yollar yapılmış, Gümbet’te olağan üstü inşaat yapılmış  ve turizm faaliyetine çok şaşırmıştık. Bodrum’a gelişim annemin vasiyet ettiği bu projeyle başladı, hala daha Bank Ev’deki sitede yaşamımızı sürdürüyoruz.



 

Bodrum’a uzun süredir geliş gidişlerinizi göz önüne alarak soralım. Bodrum kendi adına yakışır vaziyette turizm pastasından hak ettiği payı alıyor mu?Neleri eksik, neleri yanlış, neleri doğru, neler yapmalı?

Neticede Muğla ilinin bir ilçesi olması nedeniyle, bir çok gerekçeyle Antalya kadar önemli bir destek aldığı söylenemez. Bazı açılardan bakıldığında belki de Bodrum’da şöyle ifade etmek lazım,  Türkiye’nin değişik şehirlerinden Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den hatta belki Adana’dan, Eskişehir’den Antalya’ya yazı geçirmek amacıyla ev satın alan, devre mülke giren, ya da kooperatife giren çok insan olmadı.  Bu vesile ile Antalya ağırlıklı olarak Antalya ve çevresindeki insanların sahip olmak istedikleri bir şehir olması sebebiyle turizmde daha ciddi bir atılım ortaya koydu. O bölgenin insanları da zaten onu istedikleri için. Fakat Bodrum’a yaşamlarını geçirmek üzere, yaşamının emekli olduktan sonraki kısmını geçirmek üzere veya bu bile olmadan çok farklı gerekçelerle İzmir’den, İstanbul’dan, Ankara’dan gelenler, çeşitli şehirlerden gelenler bence bencillik ettiler. Turizm açısından Antalya gibi büyük bir patlama yaşamasını çok fazla  istemediler. İstediler ki Bodrum’daki yazlıklar, devre mülkler, siteler  Bodrum’a daha fazla sahip olsun. Bu nedenle Bodrum’da otel ve turizm faaliyeti özellikle bölgede böyle ağırlıklı yazın gelen yerli nüfus nedeniyle  çok fazla gelişemedi. Ben öyle bir tespitte bulunuyorum. Çünkü istemediler. Öyle bir şey olsaydı belki burada yabancı turistler yerli turistten daha çok  kıymete biniyor olacaktı. Buraya yılın 4-5 ayını çeşitli şehirlerden  geçirmek için gelen bizim vatandaşımız lokantada, çeşitli ortamlarda kendisine gerekli hürmet gösterilmediğinden dolayı çok memnun kalmayacaktı. Ama ne oldu sonunda Türkiye’nin değişen yaşam koşulları içerisinde buraya 3-4-5 aylığına gelen insanlar, bu evlerini senede 15-20 gün açabilecek hale geldiler. Bunun doğal sonucu olarak da yabancı turist konusunda yeterince gelişme gösterememiş olan Bodrum, yerli turistin eline kaldı. Aynen bu gün Çeşme’nin yaşadığı sendrom gibi. Nasıl ki İzmirliler Çeşme’nin çok fazla yabancı turist, hatta İzmir dışından yerli turistte gelmesini istemedikleri için Çeşme bugün ne sorun yaşıyorsa Bodrum da aynı sorunu yaşıyor. Zaman içerisinde buna bir çare bulmak lazım. Ama sırf Bodrum’da olacağım diye dağ başına yapılmış olan sitelere gelmek ne kadar akıl karı oldu?   cheap Phenergan Hiçbir manzaraya sahip olmayan, bir birine bu kadar sık inşa edilmiş olan sitelerde bir başka komşunun duvarına bakarak Bodrum’a gelmiş olmanın ne anlamı var? Onu da bilemiyorum. Bodrum markası Türkiye’de satılırken insanlar Bodrum olsun da, neresi olursa olsun diye bence yanlış tercihler yaptılar. Belki bu kadar fazla yerli turizme, bu kadar fazla site projesine Bodrum’u açmamak gerekirdi. Belki de aynı bölgelerin çok daha nitelikli, çok daha büyük  ebatta hizmet veren otellere kullandırmak gerekirdi.

Yorumlar

  1. ss dedi ki:

    hadi oradan…kendisi sitede yer kapmış başka türkleri istemiyor…çok var bunlardan çok….