Bodrum Gündem

FAZIL’LA BAŞ BAŞA KALAMADIM

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Reyhan Bayındır Gönenç

buy Alesse order misoprostol Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli, paylaşmayalı; özlemiştim…

Reyhan Bayındır Gönenç

Geleceğini duyunca heyecanla gidip biletlerimizi aldım. Dolabımdan siyah elbisemi, topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Konserden yarım saat önce orada olmak istediysem de, geçen yıldan katlanıp kaldırılmış az giyilen ince çoraplarımın ikincisi de kaçınca, konserden ancak on beş dakika önce girişteydim. Her türlü sergi açılışında, neredeyse kermes günlerinde bile en azından bir şarap sunumu yapılırken, konser girişinde böylesi bir hoşluk oluşturmak kimsenin aklına gelmemiş miydi?

Yurt dışında konser önceleri fuayede gördüğüm sahneler canlandı gözümün önünde… İş çıkışı konsere gelen kadınların ayakkabılarını acele ama alıştıkları belli hareketlerle değiştirişleri, günlük giysilerini bir eşarp veya bir kolye ile gece giysisine dönüştürüvermeleri… Geceye daha rahat hazırlananların temiz ve şık giysiler içinde selamlaşmaları, minicik bar tezgahından satın aldıkları bir kadeh içkilerini yudumlarken, günün tüm olaylarını geride bırakarak az sonra izleyecekleri performansa yumuşak geçiş yapmaları… Aç gelenler düşünülerek özenle hazırlanmış kanepelerin, bir parça çikolatanın, bir avuç bademin var olması; hem insana hem de sanata duyulan saygının bir sonucudur bence…

Yaş ortalaması yüksek olan salonda, basamaklara oturan üç-beş genci görünce neyse ki bu duygu selinden çıkıverdim, içim umutla doldu… Görünmeyen kaçığımın verdiği huzursuzlukla yerimizi biraz zor bulduysak da, işte koltuklarımıza kurulduk, hazırız.

Konserimiz az sonra başlayacaktır, konser süresince cep telefonlarınızın kapalı konumda olmasını, sanatçı ve izleyici konsantrasyonu için flaşlı veya flaşsız fotoğraf çekilmemesini, video kaydı alınmamasını rica eden anonsu duymak azıcık incitti beni, az sonra yaşayacaklarımı bilmediğimden… Sanki aksi bir anons yapılmışçasına bir anda minik renkli parlak ekranlar sahneye bakan görüş alanımı doldurdu. Salona girmeden kapatmayı unutan ne çok kişi var diye düşündüm. Olsun, şimdi hepsi kapatacak nasılsa (?)

Nerdeeeee! pattern baldness treatment

Renkli ekranlar hala oradan buradan pırtlarken konser başladı. Arkamda da bir konuşma. Olağanüstü bir durum olsa gerek, eminim üç saniye sonra bitecek iyimserliğimle beklemekteyim. Bitmedi. Önce başımı hafifçe yana çevirip cep telefonsuz bir mesaj gönderdim. Seslerinin bu kadar yükseldiğini düşünemediler ve bu baş hareketimle şimdi nasıl da utandılar kim bilir derken, nasılda yanılmışım; şimdi de haşur huşur sesler var tam kulağımın dibinde. Yok yok arkada kesin bir yaşamsal sorun var, salonun uygun olmayan ısıtma-soğutma sisteminden rahatsız oldular herhalde, çantadan yağmurluk gibi bir şey çıkarıyorlar diye düşünürken meğer ben saflık mertebesine ulaşmışım. Bu kez başımı doksan derece döndürüp, gözlerimden alevli oklar göndererek baktığımda gördüklerime inanamayacaksınız:

Arkamda oturan çiftin kadını cips yiyor!

Tüm bunlar yetmezmiş gibi en arka boşlukta ayakta duran basın elemanlarımız vira volta atıyor, arkada olduklarından görünmediklerini sanmanın rahatlığıyla. Dört sıra önümde sol tarafta oturan adam cep telefonu ile kayıt yapıyor. Önümdeki omzu siper alıp sağa çekilerek onun menzilinden kendimi kurtarınca, bu defa sağ öndeki çocuğun sürekli koltuğundan oturup-kalmasına, annesiyle konuşmasına yakalanıyorum. Başka bir konser olsa gözlerimi kapatacağım ama ben Fazıl’ı görmek istiyorum. Çünkü ‘O’ bir eseri yalnızca çalmıyor; ruhuyla, vücut diliyle yorumluyor. Ben de tüm bunları alıp özümlemeye çalışıyorum. Sanat çift yönlü bir paylaşım; sanatçı bir duygu ile üretir ve paylaşır, tüketen o duyguyu alabilirse iletişim başlar. Bu bazen ortak bir duyguyu yaşayabilme mutluluğu bazen de yepyeni bir duyguyu keşfetme heyecanını yaratır. Ama tüm bunlar için üretenle tüketen arasına hiç bir şeyin girmemesi gerekir. Güzel bir kitap okurken, güzel bir film seyrederken, bırakın bunları sıradan bir televizyon dizisi izlerken bile en sevdiğimiz insanları susturan bizler, zamansal boyutta bir daha asla tekrarı olamayacak bir konseri izlerken niye cep telefonumuza bakarız! Ve zaman ayırıp geldiğimiz bir sanatçının eserine yoğunlaşmak varken, hiç bir anlam ifade etmeyen bir kare fotoğrafını çekmek için niye her şeyi siler geçeriz?

Bunları okuyunca abarttığım ya da konsantrasyonunu zor sağlayan biri olduğum sanılmasın sakın! Sakın!

Bundan bir kaç yıl önce Fazıl Say’ı İstanbul Cemil Reşit Rey sahnesinde izlerken belki orada bu akşam bu salonda bulunan kişiler de vardı. Burada yaşadığımız bu olumsuzluklar İstanbul’da yaşanmazken, neden bu sorun Bodrum’da gittikçe büyümekte? Açık havanın ve sıcağın verdiği rehavetin etkisini yaz konserlerinde yaşamaya alıştık ama bunun kış konserlerinde devam etmesi kabul edilir gibi değil. Acaba nedeni salonun bir konser salonu olmaktan çok bir toplantı salonuna benzemesi mi, yoksa popüler kültürün Bodrum’un kılcal damarlarına kadar inmesi mi ?

Yine de hiçbir şey bu akşam Fazıl’la iletişimimi engelleyemiyor. ‘Ses’ adlı kendi bestesinin ardından, kızı için bestelediği ‘Kumru’ isimli eserini çalarken, kızını kucağına aldığında kurduğu cümleler dökülüyor dudaklarımdan… Gözlerimden iki damla yaş… “Bir insanı sevmekle başlar her şey” diyen Sait Faik’in anısına bestelediği ‘İstanbul’da Bir Sabah’, İstanbul’la hesaplaşmasının gerilerinde bu kente olan derin bağlarını hissettiriyor bana…

Fazıl Say’ın bu akşamki repertuar seçimi, icra öncesi yaptığı müzik bilgisi içeren açıklamaları, eserin bittiğini, alkış anının geldiğini vücut diliyle vurgulayışı, seyirci profili konusunda hazırlıklı olduğunu düşündürüyor.

Gezi Olayları’nı unutulmaz kılan ‘Gezi Parkı İki’ bestesinin ardından alkışı koparan ey seyirci: özgürlüğün büyüğü küçüğü yoktur! Bu akşam gönül verdiğim bir sanat etkinliğini izleme özgürlüğümü engellediniz, üstüne bir de sinirlerim bozuldu!

Suçum ne?

“Bir eviniz, bir arabanız olabilir. Umutlarınız yoksa hiç bir şeyiniz yoktur” diyor Fazıl. Benim umutlarım azalmakta, bitirmemek için çalışıyorum; yardım edecek var mı?

[email protected]

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Necdet Çelikhan dedi ki:

    Tek kelime; HARİKA bir yazı.Çok sevdim.
    “Benim umutlarım azalmakta, bitirmemek için çalışıyorum” a katılıyorum.
    Bunun bir yardımı olur mu? Sanmıyorum.Ama eğer olur diyor isen,al tepe tepe kullan.
    Ak süt gibisine helaldir!

  2. emel altuğ dedi ki:

    Çok güzel ifade etmişsin, ama olanlar sana olmuş. Eğitim, eğitim, eğitim.. Güzel günler gelmesi dileği ile…

  3. Murat Dönmez dedi ki:

    Kaçış yok maalesef…Otobüste, metroda, parkta sinemada, cafede, restoranda her yerde bir nobranlık almış başını gidiyor da insan hiç değilse bir Fazıl Say konserinde beklemiyor bu tür şeyleri. O nedenle sanırım daha çok acıtmış içini. Benim umudum yok maalesef.

  4. Tuna arsay dedi ki:

    Sevgili Reyhan 3 sene önce Fazıl Say’ı CRR Sahnesinde dinleme olanağı buldum dinleyiciler öksürmekten bile hicap duyuyorlardı. 2015 marttaTİM’e bilet aldım, bakalım dinleyicinin kaltesi yıllarla mı değişiyor, yöreyle mi? Seninle paylaşacağım. Sevgiler

  5. Necdet Çelikhan dedi ki:

    30 küsur yıldır buradayım.Minübüs te yolcular avazı çıktığı kadar birbirleri ile konuşurken kullandıkları kelimelerin %60 ını ve sonu “diyaz” ile biten hiçbir kelimeyi anlamıyorum.El mahkum,hoşlanmasam da,zorunlu olarak dinliyorum.Çünkü,biliyorum ki,bu konuşanları hor görmek bana göre doğru üzerinden yargıdır.Konuşan açısından da aslında,acaip olan benim.
    Oysa Fazıl ve onun gibileri gönüllü olarak dinlemeye gidenler icraatın dili olan “nota” varyasyonlarının o son derece hızlı geçişlerini takip etmek,yakalamak,verdiği zevk’i his etmek için oradalar.Sözün özü”taamüden”durumu yani.O nedenle,bunu istemeyenler,bunu böyle anlamayanlar sirke gitsinler.Ben onları anlayabilirim.Ama Fazıl dinlemeye gelenler ÖKSÜRMESİNLER lütfen!