Bodrum Gündem

FRANSUVALAR AÇTI AMA… Reyhan Bayındır Gönenç

reyhan bayındır gönenç fransuvalar açtı (1)

Bir zamanlar deniz kenarındaki beyaz evlerin ardında mandalin bahçeleri vardı. Onları badem ağaçları ve incirlikler izler, tepelere doğru zeytinlikler uzanırdı. Yokuşbaşı’ndan bakınca, aralardan uzanan servilerle de Bodrum manzarası tamamlanırdı.

İşte Umurça;  bu mandalin bahçeleri ile zeytinlikler arasında yer alan, Bodrum’un denizi olmayan mahallesiydi. Hafif bir yokuşla yürüyerek gidilir, beyaz badanalı taş duvarlı mezarlığını kıvrılınca, sarnıcı ile sizi -bir köye girdiğiniz hissini vererek- karşılardı.

Şimdilerde  aralardaki  mandalin, incir, badem ağaçlarının çoğu yok. Deniz kenarındaki Kumbahçe mahallesi ile Umurça artık birleşti. Ama hala Umurça sizi zeytin ağaçları, beyaz taş duvarlı mezarlığı ve beyaz sarnıcı ile karşılar.

Görmediğiniz ocaklarından tüten is kokusunu içinize çekersiniz dar sokaklarında. Bir ilmek otu fütursuzca çiçek açmıştır kaldırım kenarında. Eski kahvenin pencere önünde duran teneke kül tablasında izmarit olur küçülür;  evler arasında kaybolmuş, su çekmekten mermerleri yol yol olmuş asırlık kuyusunda kaybolursunuz…

Umurça’nın  her dönemecinde eski halinden kesitler çıkar karşınıza.

Bunlardan biridir fransuvalı bahçe…

Biz Umurçalılar,  baharın geldiğini cemrelerden değil, bu çılgın bahçeden anlarız.

Önünden  geçerken  mutlaka durur seyrederiz.  Dalgınlıkla bakmadan geçtikse eğer o gün, fransuvaların mis gibi kokusu bizi  durdurur.

Bu bahçede çok çeşitli yüzlerce çiçek vardır ama bu mevsim baktığınızda, yalnızca fransuvaları görürsünüz. Çünkü öğle bir kaç saksıda değil, toprakta göz alabildiğince sere serpe açarlar.

Fransuva; frezya çiçeğinin Bodrumlucası. Neden fransuva denmiş çok sordum, bilen yok.

Beyazı, kırmızı açanı varsa da asıl rengi kayısı sarısıdır.

‘O’ çocukluğumun çiçeğidir,  kokusu beni o yıllara götürür. Az rastladığım bir çocukluk arkadaşı gibi severim onu. Her bahar onu görmek, koklamak isterim. İşte bu yüzden, bu bahçenin önünden geçerken burnumu çite dayar, gözlerimi kapatıp kokusunu içime çekerim.

Bahçe sahibini,yani  fransuvayı benden daha çok seven bu kişiyi, nasıl da  merak ederim yıllardır…Çevrede bir-iki soruşturdum,  anladım ki, pek istemezmiş bahçesinde kimseleri… İşin asıl tuhafı bunca zaman bahçede hiç kimseyi görmemiş olmam.

Bugün arabayla geçerken bahçeye baktığımda; çiçekler arasında oturmuş, yok çiçekler arasında kaybolmuş, yok yok onlarla bütünleşmiş, başka bir aleme dalmış  birini görünce aniden durdum. Ne diyeceğimi bilemeden bahçe kapısına doğru ilerledim. Bahçenizi görebilir miyim diye seslendiğimde, buyur edildim sessiz bir içtenlikle.

İbrahim Bey, Bodrumlu bir ziraat mühendisi. Ankara’da yaşamış uzun yıllar.Sonra bir gün yalnız ceketini alıp dönmüş topraklarına…

Bodrum sevdasını konuşmaya başlayınca ikimiz, “Gözü kör olsun bu sevginin” der, “kırk yıl hem ona gelişimde üzüldüm hem gidişimde…”
Bodrum’dan ayrılmanın hüznünü iyi bilirim. Sekiz yaşında bir çocukken Yokuşbaşı’ndan ona son kez baktığımda saplanan ok, Bodrum’dan her ayrılışım da dokunur yüreğime… Ama İbrahim Bey’in gelişlerindeki hüznü anlayamamıştım. Sordum,  anlattı: “Her dönüşte Bodrum’un değişimini, benim Bodrum’um olmaktan çıkışını izledim. Ne taş evler kaldı ne de bahçeler… Tamam da, ya insanı kaybedişe ne demeli… İnsanlar başlarını uzatıp, çiçekleri kaça satıyorsun diye soruyor. Her şey para mı!

Eskiden Bodrum’a bir yabancı gelip kahveye oturduğunda, ona çay parası ödetilmez, tanıdığı yoksa eve götürülür misafir edilirdi.

Gelen bir turist “çağla”yı satıyor musunuz diye sorduğunda, çağla satılır mı hiç diyerek kızan Bodrumlu, şimdi bana çiçeklerini kaça satıyorsun diyor, insan evladını satar mı hiç!”

Birlikte dolaşıyoruz bahçesini…

Çiçeklerin en Bodrumlusu hangisi sorumun yanıtı: Fransuva.

Küpeler, fuller, papatyalar, laleler, kokulu karanfiller geliyor ardından.  Baktığım çiçeği görünce anlıyor benden gelecek soruyu, gülümsüyor. “Bu Kıbrıs papatyası, Bodrum papatyası diyorlar, desinler ses etme; sevdi çiçek de bu toprakları.

Şu beyaz minik çiçekli olanlar osuruk otu, kötü kokar. Şu Arap sümbülü, Bodrumlular ‘Arap bişeyi’ der. Yanında çiçekleri yan yana, üste üste olanın adı da vapur dumanı. Buraların türkülerinde çok anılan şebboyun çiçeği tek yapraklı olanına ‘deli şebboy’, katmerlisine ‘uslusu’ denir.

Bizim gülfatmalar sardunya oldu gari, dalan otu da ısırgan” derken, eldivensiz koparıveriyor insanın elini dalayıp yakan otu. Şaşkınlığıma gülerek, “Ustasını sever, ısırmaz. Isırsa da ilacı var. ‘Dalan daladı, ilmek yaladı’ derler” derken ilmek otunu (ebegümeci) gösteriyor.

Bense, çocukluğumda bacaklarımı ısırırken niye kimse bana bunu öğretmedi diye söyleniyorum.

Bu bahçede her şey doğal. Bahçedeki tavuklar bile canı isterse  kuluçkaya yatıp ürüyor ve hepsi eceli ile…

Bu bahçede çiçeklere yalnızca hayvan gübresi  verilmekte, kimyasallarla ilaçlama  yok!

Fransuvalı bahçede başka çözümler var…

Dalan otu, köksüz olarak yağmur suyunda onbeş gün bekletilip, süzülüyor. Renkli soda şişelerinde saklanan bu sıvı, bire on sulandırılarak yaprak bitlerine savaşta kullanılmakta. Bire beş sulandırarak domates fidelerine besin maddesi de oluyor, kalanı da dök toprağına zenginleşsin.

Formüller yağmaya başlayınca, sümüklü böceklere meze olmuş enginarlarım geliyor aklıma. Bir çare bulacağım sevinciyle, soruyorum ne yapmalıyım diye. Yanıtı can kulağı ile dinlerken: “Onları,  eee onları, elinle toplayacaksın, yan bahçeye atacaksın.” deyince, basıyorum kahkahayı.

Bu defa biraz ümitsiz, bir türlü büyümeyen ful çiçeğime çare soruyorum. Bildiğimiz kabağı rendeleyip diplerine koymam gerektiği söylenince rahatlıyorum, bunu yapabilirim!

Adaçayına Bodrum’da elma çalısı, suyuna da elma yağı derler. Bunun nedeni adaçayının elmaya benzeyen küçük bir meyvesi olmasıymış. Bir başka çalının önündeyiz şimdi. Bu, İbrahim Bey’in doğadan getirip diktiği, elleyince yaprakları mis gibi kokan mersin çalısı.

İbrahim Bey ve bahçesi her adımda şaşırtıp, hayran bırakıyor. Minik saksılarda çoğalttığı çiçeklerini rüzgardan korumak için deli zeytin dallarından yaptığı zarif destekler çiçeklerine verdiği değeri gösterirken, estetiği İbrahim Bey’i anlatıyor.

Bunları fotoğraflarken patenti benim diyor, ben de:

– “Belgeliyorum, sizi  bürokrasiden kurtardım.” diyorum.

Bahçe kapısında vedalaşıyoruz.

İnanması zor ama İbrahim Bey, Bodrum’un sıcak yaz aylarında hep birlikte (yani çiçekleri ile) Farilya köyüne  (Gündoğan) göçüyor. Hem sıcaktan korunuyorlar hem de su sorunu yaşamıyorlar.

Çiçekleri İbrahim Bey’in gerçekten çocukları…

Umurça’nın tek arabalık, dar kıvrımlı yollarından geçerek eve dönüyorum. Umurça evlerinin avlularından karanfiller sarkıyor, omzundaki koca sinide helva taşıyor bir kadın. Biraz ilerde elma çalılarının altında eski sandaletçi Hasan Abi koyunlarını otlatmakta…

Ve ben şükrediyorum: Umurçalılar, fransuvalar yani gerçek Bodrumlular hala var !

Reyhan Bayındır Gönenç-Nisan 2013

[email protected]

Fransuvalı bahçede bu yılın fransuvaları açtı. Ama İbrahim beysiz boyunları çok bükük…

Onu kaybettik. Umarım yeni bahçesinde de huzur içindedir… Colchicine online Buy Toradol

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Sahide Gencer dedi ki:

    Nasıl güzel bir anlatım.Tam da içimdeki Bodrum sevdası coşmuşken.Tam da Bodrumda nisan ayı yaklaşıp,doğa coşmuştur diye özlemle düşünürken yazılarınızı okudum.Yüreğinize ,kaleminize sağlık.Sizinle Bodrum’u yaşadım.