Bodrum Gündem

MUBADİL OLDUM / Fatih Bozoğlu “BG DERGİ” Söyleşileri…

 gülcan erdem-mubadil oldum Bodrum Gündem söyleşileri (11)

Selanik’ten göçmeye zorlanmış bir ailenin kızı, yıllar sonra yaşanan bu acıları kitabında derleyerek, geçmişten geleceğe bir ışık veriyor…

MUBADİL OLDUM… Gülcan Erdem

Söyleşi: Fatih Bozoğlu

Gülcan Erdem bir muhacir kızı. 1945’de Amasya’da dünyaya gelmiş. Muhacirliğin acısını yaşamış bir anne ve babanın öyküleri ile büyümüş. O mübadele ile gelen anne ve babanın küçük kızı Gülcan Erdem der ki;

“Küçüktüm önce hikaye gibi gelmişti. Oysa anlatılanlar acı bir gerçekti ve özlemler çoğaldıkça anlatıldı.”

Gülcan Erdem biraz aklı ermeye başladığında, bu anlatılanların salt hikaye olmadığı, acı dolu bir yaşamın ta kendisi olduğunu kavramış. İşte o zaman bir ışık olmuş geçmişte anlatılanlar ve geleceğe taşımak için yazmış, yazmış, yazmış. Yazmakla kalmamış Anadolu’yu dolaşmış, kitabını, kitabının içinde ki o acı dolu yaşamı, özlemi önüne kim geldiyse anlatmış. Kah 3-5, kah yüz olmuş onu dinleyenler.

gülcan erdem-mubadil oldum Bodrum Gündem söyleşileri (1)Kitabın başında, sayfanın da tam ortasında “Bu Bir Varolma Savaşıdır.” cümlesi yazmış. Aslında kitabının başındaki bu cümle 278 sayfanın ve acı dolu yaşamın özeti.

Bu kitabın başından sonuna kadar anlatılanların bir yaşam mücadelesi, bir savaş olduğunu ve bu savaşın sonunun da barış ile bittiğini söylemiş. Ne kadar derin bir anlam yüklü bu cümle. Savaş ile başlayıp, barış ile biten bu öyküyü anlatmak mangal gibi bir yürek, bir de yurt sevgisi gerekirdi. İşte bu öykü o mangal yürekli, yurtsever kadının annesinin, babasının ve tüm mübadillerin acı dolu öyküsü. Geçmişten ışıyıp, geleceği aydınlatan mühacirlerin öyküsü. İster Selanik’ten gelsinler, ister şu karşı kıyı İstanköy’den, ister Girit’ten, ister Rodos’tan, isterse soğuk diyar Kafkasya’dan hepsinin de öyküsü aynı, acısı aynı. Her birini toprağından kökleri ile söküp atmışlar. Hepsinin yüreği ağrımış, elleri kolları, ayakları sızlamış. Göçmüşler topraklarından yüreklerinin yarısını orada koyup, onları kendi evlatları gibi sımsıkı kucaklayan Anadolu’nun o şefkatli kollarına bırakıvermişler. Kimileri Bodrum’a, kimileri Kayseri’ye Amasya’ya, Balıkesir’e Kütahya’ya İzmir’e Sakarya’ya yerleşmiş yurt bellemişler Anadolu’yu. Onları şefkatle sımsıkı sarmalayan Anadolu’ya öyle bağlanmışlar ki, içlerinde istisnai bir hain bile çıkmamış.

Gülcan Erdem’de Rumeli’den, zorunlu olarak Anadolu’ya göç ettirilen bir ailenin kızı. Şöyle anlatıyor;

-“Annemin ve babamın çocuklukları Rumeli’de, memleketim dedikleri yerde geçmiş. O heyecan dolu güzel gençliklerinde savaş görmüş, muhacir bir anne ve babanın Anadolu’da dünyaya gelmiş bir evlatlarıyım ben. Evini, ocağını, emeğini, ekmeğini, kimi de canını bırakmış, bıraktırılmış. Anadolu’ya göçe zorlanmışlar.”    

gülcan erdem-mubadil oldum Bodrum Gündem söyleşileri (10)Yoksulluk içinde yaşadıkları çocukluk döneminde okumaya merak salmış, azimli bir kız çocuğu. Yoksul bir muhacir köyünde gaz lambasının ışığında ilk okuma kitabını Alfabeyi su gibi okumak için azmetmiş;

-“Annem gaz lambası ışığında bizim elbiselerimizi, çamaşırlarımızı dikiyordu. İşi bitirmesine rağmen ‘hadi yatalım’ dememişti, beni beklemişti. Annem sabretmiş, bölmek istememişti. Toprak sıvalı tabanda, minderimin üzerinde, gaz lambası ışığında o gece alfabeyi sonuna kadar okumuştum Bitirince zafer kazanmış gibi başımı kaldırıp anneme bakmıştım;

        -“Anne bitirdim.”

Annemin gözlerinde de aynı zafer ışıltısı vardı. Beni kutlayan bir ses tonuyla;

-“Yaaa kızım bitirdin. Hadi yatalım artık.”

gülcan erdem-mubadil oldum Bodrum Gündem söyleşileri (5)Muhacir kızı Gülcan Erdem’in gözleri, o anı anlatırken de, alfabeyi su gibi okuduğu o gecedeki kadar parlıyordu. Ne mutlu yıllar sonra bile o heyecanı yaşıyor.

Annesine soruyor;

-“Arkadaşlarını anlatsana bana anne.”

        -“Ah be kızım… Komşumuzun kızı Eleni’yi çok severdim. Akrabamızın kızları Atice Fiknet’i birde. Birlikte oynar, şarkılar süüülerdik. Kimi zaman Rumca, kimi zaman da Türkçe şarkılar. Eleni’nin saçları örüldüğünde pelikleri (örgüleri) bak şu bileğim kadar kalın olurdu. Onun saçları çok güzeldi. Eleni’nin annesi de bizi çok severdi. Onlar bizim bayramlarımıza, düğünlerimize gelirdi, bizde onlarınkine. Ne oldu bilmem ki, savaş çıktı. Bizi istemediler. Gidin dediler. Biz akrabalarımız ile terk ettik oraları. Biz Eleni’yi unuttuk mu dersin? Unutmadık. Ama orada kaldılar. Bir daha iç görmedik…”

Babasını ise öyle bir anlatışı var ki Gülcan Erdem’in, omuzları kalkıyor, göğsü kabarıyor, gururla anlatıyor babasının özelliklerini;

-“O delikanlı yakışıklı, mavi gözlü, açık buğday tenli, boyu boşu yerinde oldukça sağlıklı. Yaşıtlarının arasındaki en iyi nişancıymış. Zamanın sporu iyi bir avcıymış. Atıyla, silahıyla güzel delikanlıymış.”

Lakin bir anda gözleri derinlere dalıveriyor. Sanki anlatmak istemediği bir şeyler var gibi. Devam ediyor sonra ağır ağır anlatmaya;

-“Babam ile annemin evlenmesi de çok acıklı. Düğün dernek beklerken o savaş çökmüş herkesin üzerine. Karabasan gibi. Savaş bütün düzeni bozmuş. Kediler, tavuklar bile kaçışmış. Er taraf toz duman olmuş.”

Gülcan Erdem babasının yıllarca İngilizlerin esir kamplarında köle gibi çalıştırıldığını anlatırken, neredeyse gözyaşlarını tutamayacak kadar hüzünleniyor.

Mübadeleyi yaşayan birinci kuşaktan olan babası Selanik, Kayalar kazasına bağlı Kozluk köyündenmiş. Babası köylerini kızı Gülcan’a şöyle anlatırmış;

-“Ah be kızım. Bizim küümüz yemyeşildi. Suları serindi. Yeşillikler içerisinden dereler akar idi. Koz ağacı (ceviz) çoktu. Bir koz ağacına çıktın mı, daldan dala diğerine geçer idin. Biz iç asta olmazdık. Avası pek güzeldi küümün. Sen büyüyünce bir makine alalım, beraber gidelim küümüze.”

gülcan erdem-mubadil oldum Bodrum Gündem söyleşileri (3)Gülcan Erdem yine derinlere dalıyor, sessizce;

-“Ben büyüdüm. Ama gidemedik birlikte köyümüze.” diyor.

Yıl 1957 ve Gülcan’ın babasının kızına söylediklerini bu gün ile karşılaştırın. Kim bilir neler geçecek aklınızdan. Yaşı yetenler bilecektir, o yılarda ortaokulda kızlar forma giyerlerdi. Ailenin bazı fertleri bu duruma alışık değil. Kızları forma giyecek, başı açık ve kızlı erkekli okula gidecekler. Bu durum Gülcan’ı oldukça endişelendirmiş. Okumak istiyor lakin babasının izin verip vermeyeceğini bilemiyor.

Babası kızı Gülcan’ı karşısına alıyor ve siz okuyucularımızın üzerinde çok düşüneceği baba kız arasında şu diyalog geçiyor;

-“Gideceksin korkma. Ama sana söyleyeceklerim var kızım. Beni iyi dinle. İç unutma söyleyeceklerimi. Olur mu? Alan (halan) ve birçok kişi anlayamaz bu söyleyeceklerimi. Sen okula gideceksin. Başın da açık olacak diye korkuyorlar. Senin başının örtüsü, şu giydiğin formadır. Bu millet çalışmak ve okuma zorunda. Kızıyla, erkeğiyle. Atatürk kıyafet serbestliği koydu. Kadını erkeğinin yanında özgürce, omuz omuza, dirsek dirseğe çalışsın diye. Sadece moda olsun diye değildi bu değişim. Erkek kız birlikte okuyacaksınız. Yanındaki kız arkadaşın neyse, erkek arkadaşın da odur.”

Dahası da var ki Gülcan Erdem’in kitabında soluksuz ve övünçle okuyacaksınız. Babası kızını yönlendiriyor;

-“Eczacıya ihtiyaç var. İlaç almak için Amasya’ya gidiyor ahali. Taşova yeni kaza oldu, doktora, avukata ihtiyaç var kızım. İşte o zaman erkektir, kızdır diyemezler. O zaman erkeğe de, kadına da sen bakacaksın.”

Gülcan Erdem babasının söylediklerini hiç unutmamış. Hayatındaki başarıların temelini bu kısa ve öz konuşma oluşturmuş…

Mübadil bir ailenin kızı olarak Anadolu’da doğup büyüyen, anne ve babası ile onlarca mübadilin çektiği acıları samimi ve anlaşılır dili ile anlatan Gülcan Erdem ile Kumbahçe sahilinde ki sohbetimizin sıcaklığı, Selanik, Kayalar kazasına bağlı Kozluk köyünden geliyordu. Sadece oradan da değil bu sohbetin sıcaklığı, Girit’ten, İstanköy’den, Kafkasya’dan gelen bir sıcaklıktı. Bu sıcaklık mübadelede yurtlarından koparılmış muhacirlerin sıcaklığıydı…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.