Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    Bodrum’da Bir Yılbaşı – Tunç Şanad BG Dergi yazıları

    1985’i 86’ya bağlayan yılbaşı… Bir grup arkadaş o seneler için pek de alışık olunmadık bir tatil programı yapıyoruz. Üç geceliğine Bodrum’a gideceğiz.

    Katılanların hepsi değişik çevrelerden benim arkadaşlarım; çok azı daha önceden birbirlerini tanıyorlar ya da benim bulunduğum bir ortamda karşılaşıp tanışmışlar. Kimler yok ki; gazeteci, modacı, ceza avukatı, ajans yöneticisi, köşe yazarı asistanı, müşteri temsilcisi, ressam, finans uzmanı, reklam fotoğrafçısı, akaryakıtçı…

    O zamanlar kaleden Halikarnas Disco’ya doğru uzanan yol üzerinde Azmakbaşı’nı geçtikten sonra öne çıkan iki pansiyon var. Birinde odaları ayırtıyorum. Üç araba 30 Aralık gecesinden yola çıkıyoruz ki, öğlene doğru Bodrum’a varabilelim. Yaklaşık 14 saat sonra pansiyonun önündeyiz. Halikarnas’ın yüz metre ilerisinde bir restoranda yılbaşı eğlencesine gideceğiz akşam…

    Keyifli bir yılbaşı gecesinin ardından odalarımıza çok geç dönmüş olsak da, Bodrum’da fazla uyumayı daima hayatımızdan çalmak gibi gördüğümüzden, öğleden önce kendimizi dışarı atıyoruz. Kapıdan yola çıkar çıkmaz, dar bir kumsal bandının ardından karşımız alabildiğine deniz… Hava da oldukça güzel… Daha iki gece ve iki tam günümüz var. Ne yapacağımızı bilmeksizin birbirimize bakıyoruz. Ben diyeyim Paris’in Concorde Meydanı, siz deyin Vatikan’ın San Pietro Meydanı’na bir uzay gemisinden ansızın bırakılmış gibiyiz. 1 Ocak 1986 günü Bodrum’da ne yapılır, bir fikri olan var mı?.. Varsa da biz o tarihte bilmiyoruz, İstanbullu olarak tecrübemiz sadece yaz aylarına mahsus.

    Kahvaltı edecek açık bir yer ararken bir öneride bulunuyorum gruba, “Film çekelim!” Reklam fotoğrafçısı arkadaşımızın elinde bir kamera var. O tarihte amatör kameralara beta ya da whs kaset takılıyor, öyle mini disk, hafıza kartı falan gibi şeyler daha yok. Giderek herkesin aklına yatıyor. Olur mu, olur! Biz, Yeşilçam’da Bahar sigarası kutusun arkasına senaryo yazılan bir neslin çocuklarıyız! Kaleme kağıda sarılmadan aklımızda oluşturur, anında çekeriz.

    Jeneriksiz film olmaz. Birimiz otel odasına dönüp bir rulo tuvalet kağıdı alıyor. Bir de keçeli kalem bulunca başlıyoruz plan plan jeneriği yazmaya… Bitince iki kişi karşılıklı tutuyor ve çekerek kameranın önünden geçiriyoruz. Biraz rüzgar var, tuvalet kağıdı dalgalanıp duruyor, kopmaz inşallah…

    Hedefimiz “klasik Türk filmi” çekmek. Kalenin denize bakan, ama kullanılmayan demir parmaklıklı bir kapısını buluyoruz. Başrolümüz yıllar sonra hapisten çıkıyor… Arabanın birini yakına çekiyoruz, teypten veriyoruz damardan arabeski; sonradan dublaja, efekte girecek halimiz yok ya…

    Sahnelerden birinde başroldeki kadın, esas oğlana arabasıyla çarpacak ve jönümüz kör olacak. Gidiyoruz Bodrum Antik Tiyatrosu’nun önüne. Turgutreis’e doğru uzanan asfalttan neredeyse hiç araba geçmiyor. Tüm amatörlüğümüz ve beceriksizliğimizle kaza sahnesini çekiyoruz. Erkek aldığı darbe ile yola iki seksen uzanmış, kadın fırlıyor dışarıya; sevdiği adama çarptığını anlayınca basıyor feryadı: “Aman Allahım! Ben ne yaptım? Aç gözlerini lütfen… Kalk ayağa! Sen bana neler ettin zaten… Mahvettin beni… Kalk, kalk!” Sarılıyor, sarsıyor… Giderek rolüne kendini kaptırmaya başladı. Hatta gözünden yaş da geliyor galiba… İşin aslı sonradan anlaşıldı. Meğerse bizim müşteri temsilcisi kız, bu modacıya epeydir yanıkmış. Ama küçük bir ayrıntı var; modacımızın gerçek hayatta tercihleri farklıymış.

    Çektiklerimizin nasıl sonuç verdiğini çok merak ediyoruz. Kameramızın şimdiki gibi yandan açılan bir ekranı yok ki seyredebilelim. Araya sora kasete uygun video oynatıcısı ile ona bağlı tüplü televizyonu olan bir restoran buluyoruz. Mekân köhne, yemekler ondan da kötü. Umurumuzda değil, öğle yemekleri için oraya gidiyor, karnımızı doyurmaktan çok üst kattaki salonunda filmimizin o ana kadarki çekimlerini izliyoruz.

    Bu arada sokaklarda Bodrum’un yerlisi olmayan neredeyse bizden başka kimse yok ya da bize öyle geliyor. Pardon; bir de doğudan çalışmaya gelmiş inşaat işçileri var. On – on beş kadarı film çekiyoruz diye bize takılıyor. Biz nereye, onlar oraya. Şimdiden seyircimiz var; tutacak bu film…

    Bu kez adam mahkumiyetinden önce ilişkisi olan dansözü görmek için pavyona gidecek. Bodrum Kalesi içindeki amfitiyatronun sahnesini kullanıyoruz. Dansözümüzün ayağında blue jean pantolon, üzerinde kalınca bir kazak var. Beline bir şal, göğsüne de arkadan düğümlediği bir eşarp sarıyor. Tam “motor” diyeceğiz, müze bekçisi geliyor. “Burada film çekmek yasak” diye sanatsal (!) faaliyetimizi engelliyor. “Kardeşim” diyoruz, “Bak aşağıdaki kapının yanındaki tabelada giriş şu kadar, fotoğraf makinesi bu kadar, kamera kaç lira diye tarife var. Bunlar da bizim biletlerimiz, gördüğün gibi kamera için de ödeme yapmışız.”

    Bekçimiz itiraz ediyor, “Olmaz, o normal film çekmek için”.

    “Eee, biz de film çekiyoruz işte.”

    Aldığımız cevap bizi hâlâ çok güldürür, “Ama sizinkisi konulu film”.

    Gırgırına film çektiğimizi bir türlü izah edemiyoruz. Dansözümüz kendisini ikna etmeye çalışıyor, “Beyefendi, bakın ben mesela dansözü oynuyorum. Pantolon, kazak… Hiç gerçek dansöze benziyor muyum?”

    Adam, arkadaşımızın beline sardığı şala, kazağın üstünden göğsüne bağladığı eşarba bakıyor, sonra yüzüne dönüp son bombasını patlatıyor, “Benziyorsun valla abla”.

    Bu muhteşem filmi çektiğimiz kaset kayıp. Nerede nasıl kaybettiğimizi bilmiyoruz hiçbirimiz. O restoranın video oynatıcısının içinde bile unutmuş olabiliriz. Bugüne kadar da bulabilmiş değiliz.

    İki yıl sonrasında Şener Şen ile Müjde Ar’ın oynadığı Arabesk filmi çekiliyor. Senaryosunu Gani Müjde’nin yazdığını, Ertem Eğilmez’in de yönettiğini bilmesek, bir şüphe alacaktı bizi ki…

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.