Bodrum Gündem
TUNÇ ŞANAD

TUNÇ ŞANAD

Tunç Şanad 5 Aralık 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Levent (Etiler) Lisesi’ndeki eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1975 yılından bu yana kesintisiz olarak çalışma hayatını sürdürmektedir. İnşaat, turizm ve daha uzun bir süre reklam sektöründe çalıştı. Dört büyük seyahat acentesinin reklam departmanlarını kurup, yönetti. Türkiye’de gerçekleşen uluslararası büyük kongre ve etkinliklerde ekibiyle görevler üstlendi. 2002 yılından bu yana kendi ajansında reklamcılık uğraşını devam ettirmektedir. Bekar olup, 1990 doğumlu bir kızı vardır. Muhtelif dergilerde, kurumsal yayınlarda ve gazetelerde makale ile diğer yazıları yayınlanmıştır. "Ters Köşe Hikayeler” adında bir öykü kitabı vardır.

    Adımın Son Kez Anıldığı Günün Ertesi

    Aslına bakarsanız ben hep vefatı cami minaresindeki hoparlörden duyurulacak küçük bir sahil yerleşkesinde ölmek istedim.

    Ama Bodrum’un o koyu öyle bir yer değil, biliyorum.

    Sevgilim, – kim bilir bir ayrı bir barışık kaç yıldır birlikteyiz – İstanbul Ataköy’deki dairesini satıp, Bodrum’dan bir ev alıyormuş. Geçen akşam yine Yeşilköy Balıkçılar Çarşısı’nda içiyoruz; “Gel artık Bodrum’da benimle yaşa” dedi durup dururken. O anlatmaya devam etti, ben sustum. Olacak şey değil aslında… Gitsek, biliyorum altı aya kalmaz büyük bir kavga sonrası artık dayanamaz, vurup kapıyı çıkarım. İstanbul’daki evimi de kapamış olurum, iyi mi? Kaldık mı bu yaşta sokak ortasında… Hep derim ya; biz bununla gençliğimizde evlenseydik bir yıla kalmaz ya o benim yemeğime fare zehri katardı ya ben onu camdan aşağıya atardım. Kaçıncı katta otururduk ki?..

    Oysa benim daha İstanbul’da yapacak çok işim var. Eşin dostun dolduruşuna geldim, İstanbul 1. Bölge’den milletvekilliğine adaylığımı koyuyorum. Erenköy, 1. Bölge’ye giriyormuş. Ben bir süredir orada ikamet ediyorum. Etraftan dediler ki, binlerce arkadaşım varmış; her biri kendi çevresine bana oy verilmesini tembih etse, onlar da kendi tanıdıklarına… Milyonlarca oy almam işten bile değilmiş.

    İyi de seçimde yarışacağım diğer adaylar?.. Çok düşündüm, ona da bir çare buldum. Akşamları taksiye çıkacağım. Hepsinin ev ve iş adreslerini öğreneceğim. Oralarda gezinip arabama binmelerini kollayacağım. Yakında bir taksi durağı var. Gececi şoför olarak anlaşırım. Adaylar binince sohbet açıp, bu işten vazgeçmeleri için ikna etmeye çalışacağım. Vekillik öyle kolay iş değil; İstanbul’dan Ankara’ya git-gel ömür mü geçer? Yıllarca İstanbul’un bir yakasında oturup, öbür yakasında çalıştım, bilirim. “Ben sabah bir kıtadaki evimden çıkıp, öbür kıtadaki işime giderim. Bazen evimin olduğu kıtada bir müşteri ile toplantı yapmam gerekir, yine kıta değiştiririm. Bitince ofisin olduğu kıtaya dönerim. Akşam iş bitişi eve gitmek için doğruuu sabah yola çıktığım kıtaya… Duşumu alır, üstümü değiştirir, arkadaşlarımla buluşmak için yeniden işyerimin olduğu kıtaya geçerim. Bir de gecenin sonunda evimin olduğu kıtaya dönmek var tabii..” desem bir İsveçli bilim adamına?..

    Hem parlamentonun itibarı da düştü iyice… Mesela mafya olabilmenin olmazsa olmaz üç şartı var; emniyette, adliyede ve siyasette adamının olması. Başka türlü yeraltı dünyasında yaşatmazlar adamı. Milletvekili olacağım diye bir bakmışsın Don Corleone’nin adamı olmuşsun. Hem bir parti liderinin iki dudağının arasında tüm yaşamın; vezir de olursun, rezil de. Evlilikte düşük bir ihtimal de olsa şansın olabilir; ama siyasette öyle mi?.. Tıpkı seçmenler gibi partilerin adaylara da seçim öncesi söyledikleriyle, sonrasında yaptıkları asla birbirini tutmaz. Bi şeyden Sorumlu Devlet Bakanı olacağını sanırsın, bir de bakarsın meclis lokantasında ucuz yemek yediğine şükrediyorsun. Hah!.. Şimdi aklıma geldi; bir aday olarak seçime katılmanın maliyetini iyice hesap etti mi acaba?.. O parayı dolara yatırsan, ohooo, birkaç ay sonra dövizin kaça fırlayacağı belli değil. O olmadı, depreme dayanıklı birkaç daire al İstanbul’da mesela. Bulabilirsen…

    Evli misiniz?.. Hem de kaç senedir! Bir siyasi için en büyük tehlike! Karınız bunca yıl tüm kirli çamaşırlarınızı en yakından gördü ve her şeyi biliyor. Bunları bir gün kamuoyuyla paylaşacağı endişesi hep başınızın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duracak ya da bu gizli tehdit karşısında en olmayacak taleplerine boyun eğecek ve gönlünü hep hoş tutmaya çalışacaksınız. Haa, diyorsanız ki; “Necip milletimiz balık hafızalıdır, hatalarım bugün açıklansa, yarın unutulup gider. Hem bunları yazıp çizecek gazete, dile getirecek medya kuruluşu artık o kadar az ki, kim görecek, kim okuyacak?” Siz de haklısınız, ama sonunda karınız sizi son kirli donunuzla kapının önüne koymasını bilecektir. “Dokunulmazlığınız” orada işlemez işte…

    Hangi dayınıza güvenerek siyasete atılmaya kalkıştığınızı bilmiyorum, ama seçildikten sonra o kadar çok insanın dayısı olacaksınız ki! İhale almak isteyen eniştenizin halasının dünürü sizi arayacak. Otuz yıldır görmediğiniz sınıf arkadaşınız, dişi ağrısa cebinden para çıkmadan gideceği bir dentiste yönlendirmeniz için telefon edecek. Oturduğunuz sitenin yöneticisi hayta oğlunun iyi bir işe yerleştirilmesini isteyecek sizden. İdealist düşüncelerle bu yola çıkıyorsanız, aslında niye seçildiğinizi unutacaksınız bir süre sonra. Hangisine vakit ayıracağınızı şaşıracaksınız, hayatınız kabusa dönecek.

    “Biraz da milletvekilliğinin kaymağını yiyeyim” diyerek bir şirket kuracaksınız. Bugüne kadar kaç kişiyi yönettiniz iş hayatınızda?.. Ofisinizde telefonlara bakan kızdan öteye gitmeyen istihdam tecrübeniz, koskoca firmayı çekip çevirmeye yetmeyecek. İflas edeceksiniz, vekilliğiniz bittikten sonra hayat boyu alacağınız emekli maaşı bile borçlarınızı ödemeye yetmeyecek. Yurtdışına kaçmayı düşüneceksiniz, işin başında “namus ve şerefiniz üzerine and içtiğiniz” gelecek aklınıza. Kalmışsa…

    İyisi mi siz oturun oturduğunuz yerde, milletvekilliği sizin neyinize!

    Taksime aldığım tüm adayları böyle böyle ikna eder, vazgeçiririm. Kesin! Olmazsa B ve C planlarım da var tabii… B planı; bir kuytuya çekip taksiyi, daha da inandırıcı olmaya çalışırım. “C” planı… Yok ya, o kadar da değil! O denli “seri” çalışamam.

    Mesela, hobiler edinip, vakit ayırma hususunda çok tembelim. Erenköy’de oturduğum sitenin sakinleri, resim yapmayı, böyle çamur-hamur gibi bir şeylerle hesapta heykeller oluşturmayı seviyorlar. Dikkat ettim, genelde kelebek motifleri ağır basıyor çalışmalarında. Kitapları karıştırdım; Antik Yunan’da ruhun beden üzerindeki etkisini ve değişimi, uzak doğuda gençliği ve dinamizmi, kadim öğretilerde ruhun özgürlüğünü sembolize edermiş kelebek… Simyacılar da seviyor kelebeği; bir tırtılın sonunda kanatlanıp uçması, basit madenleri altına çevirebilecekleri ümitlerini artırıyor. Bir de yaş ortalaması yüksek ya; hâlâ sonsuz hayatı yakalayabilme umudu…

    Sitedekilerin bir kısmı bol ağaçlı büyük bahçemize çıkıp sabah sporu yapıyorlar. Ben çimlere uzanıp onları seyrediyorum bazen. Komşularımdan kimileri televizyonda futbol ve basketbol maçlarını seyretmeye meraklı. Beni de çağırıyorlar, ama pek katılmıyorum. Eskiden Ataşehir’deki spor salonunda basket maçlarına keyifle giderdim. Ama televizyonda seyretmeyi hiçbir zaman sevmedim. Televizyondan basketbol maçı izlemek, aynı porno film seyretmek gibi kötü… Spiker şöyle diyor, “Üçüncü periyotta koç iki uzunu çıkarıp yerine kısaları alıyor.” Bakıyorsun, kısa dediği adamların biri 1,94 diğeri 1,96… Çok moral bozucu ya…

    Benimle aynı katta oturan bir hemşire kadın var. Arada beni alıyor, birlikte aynı hastanede çalıştıkları, üst katımızdaki doktora kahveye gidiyoruz. Hemşire çok düşünceli; kısa bir süre sonra belki erkek erkeğe konuşacaklarımız vardır diye kalkıp bizi yalnız bırakıyor. Şu doktor alkole takmış kafayı; zararlarını anlatıp duruyor. Halbuki şöyle iki kadeh çıkarsa, rakıyı koysa, üzerine su dökse azıcık ve buz atsa… Sohbet daha keyifli olmaz mı?

    Sitedekilerin yaş ortalaması yüksek demiştim, ama haylaz çocukları, torunları falan da var anlaşılan. Bahçe girişinde tabeladaki “Erenköy Sitesi” yazısının son kelimesini silip, yerine “Ruh ve Sinir Hastanesi” yazmışlar. Bak sen şu şakacı afacanlara!

    Yok biliyorum, Bodrum’un o koyunda ölenleri minare hoparlörlerinden duyurmuyorlar. Gitmem ben de… Hem kelebekler öyle söylendiği gibi bir gün yaşamıyorlar. Hayatı bir hafta süren de var, bir yıl olan da… Çok arkadaşım var benim. O yüzden, adımın son kez anıldığı günün ertesi ölürüm.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.