Akşamüstü Tahatturu… “Usta-Şâkird”
Öğrenci dostlarım
ve meslekdaşlarım bâzen bana“Usta” derler…
“Hoca”dan daha hoş gelir kulağıma….
Ben,“Usta” olunca,
onlar da “Şâkird” oluyor bir bakıma…
Oysa ben hep “Şâkird” kaldım şu hayatta.
ŞÂKİRD, Farsça, öğrenci, çırak demektir.
Bizde,
bir sanata ya da zanaâta giren çırağa
ve okul öğrencisine, eskiden şâkird denirdi.
Şâkird’lik zor zanaâttı.
Şâkird, sanatta ustalaştığı zaman,
ustası ona törenle peştemal
ya da ata mesleğim demircilikte olduğu gibi
törenle meşin-önlük kuşatırdı.
Usta olurdu şâkird.
Ahi Töresi de böyledir.
Usta, ustalaşan şâkirde
“İCÂZET”, yani “EL VERİR”di…
Ustasından icâzeti olmayan asla o mesleği yapamazdı.
Çocuk yaşta şâkirdliğine verilenler
yıllaboyu sabırla o sanatı öğrenirdi.
Her ne iş yaparlarsa, özen gösterirler;
ustanın beğenmesi için gece-gündüz çalışırlardı.
Az önce Atam’ın kabrinden dönerken
Hacı Bayram Velî’nin doğduğu evin önünden geçtim.
O muhteşem Büyük Velî’nin
şâkird taşçılara ilişkin dizeleri geldi aklıma:
“ ŞAKİRTLERİ TAŞ YONARLAR,
YONUP, ÜSTÂDA SUNARLAR.
ÇALAB’IN İSMİN ANARLAR,
O TAŞIN HER PÂRESİNDE…”
Çocukluğumun
Mamak’taki ve Hüseyin Gâzi’deki
taşocaklarını hatırladım.
50’li yılların sonu.
Ve o ocaklarda çalışan onlarca Bayburt’lu yağız ustalar
ve çırakları geldi gözümün önüne.
O taşçılar ki,
ellerindeki ağır madırga, külünk,
mucarta, kalem, tarak ve murçlarla
taş yontarken hep bir ritim,
bir âhenk içinde, gür sesleriyle;
“YÂ ALLAHHH,
YÂ ALLAHHH,
YÂ ALLAHHH” diye
ÇALAB’ın ismin anarlardı.
Şimdi bile,
ta yüreğimde duyarım o müthiş
“EMEĞİN,
ALIN TERİNİN
KUTSAL KOROSU”nu.
VERDI’nin Nabucco Operasındaki
Esirler Korosu halt etmiş…
Taşocağı zâlimdi, kolay vermezdi taşlarını.
Devamlı dinamit atılır, dağ parçalanırdı.
Çok can yiterdi, sakatlanırdı kayaların altında.
Taş ocağında,
dinamit atılırken koca bir ses yankılanırdı;
-“Hoydaaaa! Fitül yandii…
Diremit geliy uşaklaaar, siper olun ulaaa!…”
Birkaç sâniye içinde,
Müthiş bir patlama sesi; kulakları sağır eden.
Yer gök sarsılırdı…
Koca kayalar şahrem şahrem yarılır,
Gökten taşlar yağardı
ve biz çocuklar siper aldığımız yerlerden
yürekler ağızda seyrederdik.
Toz duman kaplardı ortalığı…
Sonra
kocaman elleriyle balyoz ve manevilâlarla
girişirlerdi koca koca kayaları parçalama işine.
Gördüğüm en kalın kollardı,
en kocaman, en kıllı ellerdi onlarınki.
Gördüğüm, göreceğim en nasırlı ellerdi.
Kutsal emeğin elleri.
Çoğu yara-bere içinde kanlı “çaput” bağlı nasırlı eller.
En yürek yakan yanık seslerle
Bayburt ve Kafkas türküleri söylerlerdi;
“GAVURMA GOYDUM TASA,
DOLDURDUM BASA BASA,
MENİM YÂRİM ÇOH GÖZEL
AZICIK BOYDAN GISSA….”
Yüksek sesle şakalar yaparlardı…
Dumanaltıydılar her dâim.
Topluca içerlerdi “sarıkız” dedikleri kesme
Bitlis tütününden sarma “CAÂRA”larını,
vapur gibi dumanlı, dumanlı.
Çok toz kalkardı vurdukları her çekiçin ardından.
Toz içinde kalırlardı.
Kızıl, kıvırcık kıllarla kaplı kolları,
kısacık kesilmis gür saçları,
tüm bedenleri ve de kocaman bıyıkları
ünklü Ankara taşının
un gibi pembe-kızıl yapışkan tozuyla kaplanırdı.
Hareket eden, taş yontan muhteşem
“ANDEZİT HEYKELLERE” benzerlerdi uzaktan.
Taşı ustadan, ustayı taştan ayıramazdım.
27 Mayıs 60 İhtilâlinden sonra
millet tamtakır bırakılan hazine için altın alyanslarını hîbe etti…
Onların altın alyansları yoktu…
Hiçbir şeyleri yoktu; emeklerindne başka.
“DÖVLET”ten birikmiş paralarını alamadan,
köhne kamyonlarla aç-açık döndüler yurtlarına.
Parayı ödemeyen dövlet değil
her devrin hırsız müteahhitleriydi ve tabii tüymüşlerdi.
Yoksul emekçiler kimsesiz kaldılar.
Ustalar ve şâkirdler
başları önde bindiler taş taşıyan eski kamyonlara…
Ustam-Atam
içinde peynir, zeytin, kavun, üzüm olan
yolluklar hazırlattı, kasa kasa, sepet sepet.
Taşçılık âletlerini bizden alırlar, tâmirlerini biz yapardık.
Hep “veresiye” defterine yazılırdı…
O büyük insan Ustam-Atam…
Tüm borçlarını da helâl etti, gözleri dolarak…
-“Varın gidin, anamın ak sütü gibi helâl olsun” diyerek..
Ellerine sarılıp teker teker öptüler…
Onların çoğu Usta’ydı
ve Bayburt’lu çırakları yâni Şâkirdleri vardı.
O bıyığı terlememiş şâkirdler
usta olamadılar belki, ama bir şeyi öğrendiler…
Alçak ve vicdansız birileri tarafından,
”Emeğin acımasızca sömürüldüğünü”…
Bu konuda ustalarını da geçtiler ellaâm…
Öyledir;
“İYİ USTA’NIN ŞÂKİRD’İ USTAYI GEÇER…”
76’da Tahran’da
bir Âzeri öğretmen-bilge dostuma
-“Öğrencilerim beni geçiyor, seviniyorum” dediğimde,
Türkçe’min hoş Âzeri ağzıyla:
-“Beliii…Aga-yı Sedat, demeli;
EĞERÇİ, BİR ŞÂKİRD,
USTASINI AŞMİRSE,
O USTANIN GÖTÜ BOŞTİR” dedi.
Yani
“Bir öğrenci öğretmenini geçmezse,
o öğretmende iş yoktu”run hoş ifâdesi.
Bizde de
yetenekli öğrenciler için buna benzer güzel bir söz vardır:
“ŞAKİRDİ USTASINA PEŞTEMAL KUŞATIR…”
Vesselâm…