Bodrum Gündem

UFUK TURU…

muzaffer_daggez_bodrum_gundem generic Toradol Muzaffer Dağgez buy esomeprazole

Atatürk ve devrimleri, içinde bulunduğumuz zaman diliminde en çok sahip çıkmamız gereken aşamaya getirilmiştir. Çünkü, Atatürkçülük veya Kemalizm Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmesinin yol haritaları gibidir. Bu günün bir kısım  siyasi  ve ona bağımlı medyanın etkili çevreleri  Atatürk’ü ve TC’nin (TC’de dahil) kuruluş felsefesini unutturmak ve tersine çevirme gayreti içindedirler. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin Çağdaşlaşma hedefinden döndürülüp, çağdışı (Ortadoğu)  Arap ülkeleri haline getirilmesi anlamına gelmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; Atatürkçülük  bir ideoloji, yani “izm” değildir.

Her ne kadar  Atatürk devrimleri “Kemalizim” adıyla anılsa da, Atatürkçülük kalıplaşmış bir ideoloji değil çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı ve her an bu hedef doğrultusunda, yaşanan koşullara göre kendini geliştiren bir “Çağdaş Uygarlık Projesidir”. Bu nedenle Atatürkçülük bir kalıp, doğma değil, her an daha ileri düşüncelere açıktır.
cheap Valtrex Atatürkçülükte her şey;

Türkiye Cumhuriyetinin gelişmesi, ulusal çıkarın en üst düzeyde korunması ve gerçekleştirilmesi  bağlamında ele alınmalıdır.
En çok eleştirilen Devletçilik ilkesine bu gün her zamankinden daha çok ihtiyaç bulunmaktadır. Atatürk devletçilik ilkesi ile; geri bıraktırılmış bir ülkenin üretim yapabilmesi ve sanayi devrimini gerçekleştirebilmesini amaçlamıştır.  Sermaye birikimi olmayan özel sektörün yapamayacağı, ama ulusun acil ihtiyacı olan her şeyi devlet eliyle ve coğrafi dengelerde gözetilerek, yapımına geçilmiştir. Bu gün övündüğümüz Türk Özel Sektörünün temelini de eleştirilen devletçilik döneminde kurulan Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) yetiştirdiği kadrolar oluşturmuştur.
Bu gün moda özelleştirmedir ve devletçilik kötüymüş gibi gösterilmektedir. Elbette bu kabul edilemez. Devletçilik mantığı ile de özelleştirme veya özel sektörün ekonomi içindeki yerini alması sağlanabilir, sağlanmalıdır. Örneğin; ET-BALIK  Kurumunu özelleştirip, aynı alanda faaliyet gösteren özel kuruluşa devredebilirsiniz. Ancak kurumun ortadan kaldırılmasını, değil, teknolojisinin yenilenmesini, kapasitesinin  artırılmasını, istihdam yaratmasını sağlayacak düzenleme ve devletin kontrol edeceği koşullarda bunu yapabilirsiniz. Uygulamada ise ET-BALIK Kurumu ve benzeri  tesisler, üretim, istihdam ve yöresel dengeler nazara alınmadan en yüksek fiyatı verdiği belirtilen özel kişi veya firmalara devredilirken, alan kişi veya firma tarafından, makineleri  hurda malzeme olarak satılmış, işçiler işten çıkartılmış, arazisi ise imara açılarak alan kişi ve işletmelerin büyük ve haksız servet edinmelerinin önü açılmıştır. Bu şekilde ulusal ekonominin itici gücü olan, üretim ve istihdam açısından büyük ihtiyaçları karşılayan bu ve benzeri kuruluşlar sadece parasal karşılığı olan değerle elden çıkarılmıştır.
Atatürk “Benim karakterim bağımsızlıktır” der. Elbette bu söylem, dünyadaki hiçbir kuruluş veya devlet ile işbirliği yapılmayacağı anlamına gelmez. Dünyada hiç bir devlet tek başına yaşamıyor, yaşayamaz da. Ulusal çıkarlarını koruyarak, çok taraflı (BM veya NATO ) ya da
ikili ilişkiler kurabilir ve kurmaktadır. Bunlar yapılırken önemli olan ulusal çıkarımızın tam anlamıyla gözetilip gözetilmediğidir.

Örneğin; Türkiye 1952 yılında  NATO ya girmiştir. Ancak 1974 yılındaki Kıbrıs harekatı sırasında görülmüştür ki; NATO’ya ulusal çıkarımızı tam koruyan şartlar ile girememişiz. Bütün silahlı kuvvetlerimiz NATO emrine verildiğinde, ulusal çıkarlarımızı korumada NATO dan izin almadan
silahlarımızı da, Silahlı Kuvvetlerimizi de kullanmamız sorun olmaktadır. Nitekim bu sorunu gidermek için TSK bünyesinde, fakat NATO emrinde olmayan  4. Ordu kurulması zorunlu olmuştur. Bu sadece bir örnektir.

Demek oluyor ki; Türkiye ulusal çıkarlarımızı koruyarak veya ulusal ihtiyaçlarımıza hizmet edecek şekilde, ABD başta olmak üzere her ülkeyle iyi ilişkiler içinde olmalıdır.

Bu bağımsızlığımızı devretmek veya sıkıntıya sokmak anlamına asla gelmemektedir.
Günümüze dönersek, çevremizde yoğun gelişmeler yaşanıyor. Işid, PKK, Suriye, Pyd, Ikdp –
Barzani, Irak, Ortadoğu bataklığı  gibi sözcükler gündemde cirit atmakta, Türkiye’nin her an savaşa girmesi gibi senaryolar ortada uçuşmaktadır. Kısacası çevremiz,  barış ortamı değil, büyük bir kısmı bizi doğrudan ilgilendiren ateş çemberidir.

Peki bu noktaya neden gelinmiştir?

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” veciz söznün bu çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Yurtta sulh ile iç barışı hedeflemiştir. Yurt içinde etnik ve mezhepsel  alanda ve işçi-işveren barışını sağlamış, sorunlarını çözmüş,  gelir dağılımını dengeli hale getirerek  ekonomik alanlarda  gelişmeler elde etmiş bir Türkiye hedeflenmiştir.
Cihanda Sulh diyerek ise; Türkiye Cumhuriyetinin komşuları olan ülkeler başta olmak üzere Türkiye’nin çıkarı, ilişkileri olan ülkelerle (ne kadar uzakta olurlarsa olsunlar) barış içinde olunmasını esas almıştır.
Bu gün gelinen noktaya baktığımızda;  iç barışın giderek bozulduğunu, her an iç savaşa dönüşecek bir gerilim ortamının  olduğunu görüyoruz. Toplum, hepimizin yakında bildiği gibi, çeşitli alanlarda (etnik, mezhepsel, laik-anti  laik gibi) giderek bölünmekte, kitleleri karşı karşıya getirecek  ortamlar yaratılmaktadır.
Atatürk ve cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleriyle hesaplaşma anlayışı, toplumu dinsel, muhafazakarlaşma bağlamında yeniden şekillendirme uygulamaları her gün artarak Türkiye’nin gündemini işgal etmektedir. Bu koşullar altında iç barış veya yurtta barış giderek zedelenmekte ve her an bozulabilecek kırılgan bir durum arz etmektedir. Dış politikamızı düzenleyenler ise “komşularla  sıfır sorun diyerek” yola çıkıp, komşuları bırakalım, Türkiye’nin ilişkisi olduğu bir çok ülkeyle “sırf sorun” noktasına gelinmiştir. Güney sınırlarımız Pakistan-Peşaver  gibidir. Kimin kiminle ilişkisi var? karışmış durumda. İŞİD, EL NUSRA, ÖSO  bunların adı geçmeyen
günümüz yok gibidir. Neredeyse bin km.lik sınırımızda kendini halife ilan eden bir sapkının başkanlığında bir sözde İslam Devleti kurulmak istenilmektedir.
İŞİD’in (adına ne dersek diyelim ) ana görevi bizim güneyimizde Suriye-Irak topraklarında bir suni devlet oluşturmaktadır.

Fazla ayrıntıya girmeden şunu belirtmekle yetinelim;

Türkiye  bazı devletler ve dünya kamuoyunda, bu unsurlara (EL NUSRA’da dahil )
destek vermekle suçlanmaktadır. Komşu  veya yakın ilişkilerimiz olan ülkelerden Suriye, İsrail ve Mısır da büyükelçimiz bulunmamakta, Irak ile  ABD’yi de içine alan sorunu bir ilişki yaşanmaktadır. ABD ile olan ilişki artık model ortaklıktan “müttefiklik” düzeyine inmiştir.
Mısır,  Güney Kıbrıs ve İsrail  bir araya gelerek Kıbrıs doğal gazları konusunda  Türkiye’yi dışlama toplantıları yapmakta, ayrıca Türkiye’nin sorunları ile ilgili olarak da lobi  faaliyeti
yürütmektedirler.
Bu tablo karşısında  “Yurtta barış, Dünya da barış” anlayışından söz edebilir miyiz?

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde,  ülkemizi ilgilendiren konularda kısa bir ufuk turu yapmak istedim. Ancak görüldüğü üzere çok karanlık bir tablo çıktı. Umarım ilgililer, her alanda bu günkü karamsar ortamı değiştirecek çareler üretebilirler.

Çünkü hala UMUT var…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.