Bodrum Gündem

Avukatlardan 8 Mart Mesajı

Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla açıklama yapıldı. 

Bodrum Gündem Haber

Muğla Barosu Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu tarafından Bodrum Adliyesi önünde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yapılan açıklamayı okuyan Av. Esra Soylu Gümrah şu ifadelere yer verdi;

“8 Mart Dünya Kadınlarının Direniş Günüdür!  Kadınların hayatın her alanında eşitlik için süren mücadelelerinin tüm dünyada eş zamanlı olarak haykırıldığı Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilmiş olan haklı kadın mücadelesinin günüdür.

Bu sene 8 Mart Dünya Kadınlar Gününe yaşanan doğal afet olan deprem nedeni ile üzgün, buruk ve isyanla giriyoruz. Hesabını soracağız! 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 10 ili etkileyen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler nedeniyle arama kurtarma çalışmaları ve sonrasında, enkaz başlarında ailesini ve yakınlarını arayan, çalışmalara yardımı dokunan, umutla bekleyen kadınların görüntüleri ile yüreklerimiz burkuldu. Tüm bu toplumsal acı, yetki ve sorumluluk sahibi olanların ETKİSİZLİĞİ nedeniyle kat be kat arttı.

Yaşanan afetin sonuçları ile kadınların vermiş olduğu mücadelenin haklılığı bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Ülkemizde çok uzun yıllardır yürütülmesi zorunlu olan afet öncesi alınacak önlemler ve sonrasında yapılacaklara ile ilgili politikaların özellikle toplumsal cinsiyet açısından da ne derece yetersiz ve etkisiz olduğu son yaşanan afet sonrası ortaya çıkmıştır.

 Afetlerin getirmiş olduğu sonuçlar evini ve yakınlarını kaybeden kadınların yaşamış oldukları güvencesizlik, ekonomik ve güvenlik sorunları sebebiyle insan ticareti, cinsel taciz/saldırı, zorla çalıştırma suçların mağduru olmakla karşı karşıya kalmakta olduklarını endişe ile izlemekteyiz. Hala çocuklarını bulamayan, yakınlarını bulamayan ve başvurdukları hiçbir kurumdan etkin destek göremeyen insanlar deprem bölgesinde YAŞAM mücadelesi vermekte, aynı zamanda cinsiyet ayrımı nedeniyle çoklu şiddet türlerine karşı korunaksız ve güvencesiz bir süreçten geçmekteler. Afet yönetimine hazırlanırken toplumsal cinsiyete duyarlı plan ve programların kadın bakış açısı ile ele alınarak, kadınların sürece katılımının arttırıldığı politikalar geliştirmek afetlerle mücadele edilmesi açıcından yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Öncelikle toplumsal cinsiyet rollerinin baskısı altında hareket özgürlüğü kısıtlanan kadınların özgürleşebilmesi amacıyla kadının ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve psikolojik açıdan daha güçlü kılmak hayatın her alanında toplumsal cinsiyet eşitliğine önem veren politikaların geliştirilmesi için mücadeleye daha da kararlılıkla devam etmek şart olmuştur.

Afet bölgesinde çocuk ve yaşlıların bakımı temizlik, yemek, bakım gibi tüm sorumluluklar çoğunlukla yine kadınlar tarafından üstlenilmektedir. Bu sorumluluklarla birlikte afetin yaşattığı olumsuzluklardan daha fazla etkilenmektedirler.

Ancak hiç şüphemiz yok; kadınların mücadelesi ve dayanışması ile yeni yaşamlar inşa edilecek.

Kadınların mücadelesi kazanılmış olan haklarından vazgeçmemek adına ve henüz kazanılmamış olan haklara erişebilmek için devam ederken, günümüz şartlarında hala en temel olan haklara erişimin sağlanmaması devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklandığı açıktır. Hala erken yaşta zorla evlendirmeye karşı, cinsiyetçi yargılamalara karşı, erkek şiddetinin etkin bir şekilde engellenmesi, soruşturulması ve kovuşturulması için mücadele etmek zorunluluğundayız. Kadın olarak eşitlikten öte, yaşam hakkımızın korunması için istikrarlı bir şekilde çaba sarf etmek zorunda kalmaktayız. Hala var olan kanunlar etkin bir şekilde uygulanmazken, 6284 sayılı Kanun’un çoğunlukla kâğıt üzerinde kaldığı, etkin uygulanmadığı için erkek şiddetine maruz bırakılan, öldürülen kadınlar ve çocuklar var.

Kadınların adalete erişim hakkının ihlale uğradığı ceza yargılamasında, savunma hakkının özellikle yaşam hakkı ihlallerinin toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında meşrulaştırılması yönünde kötüye kullanılmakta olduğunu gözlemlemeye devam ediyoruz. 

Bu cinsiyetçi yargılama sürecini, yasal düzenlemeleri uygulamaktan imtina eden, mesleklerini icra ederlerken cinsiyetçi bakış açısına sahip yargı mensupları ve meslektaşlar toplum içerisindeki cinsiyetçi değer yargılarını aynı şekilde davalarda da yansıtmaktalar.

Mahkeme salonlarında, failin suç eyleminden çok, kadının yaşam tarzını, örf adet ve geleneklerin yargılamanın parçası yapıldığını, bununla beraber suç eylemini meşrulaştırmaya dayanan bakış açısının uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuata aykırı olduğunu ve bu alanda mücadelemizi sürdüreceğimizi hatırlatma gereği duyuyoruz.

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmaktan vazgeçilerek failler cesaretlendirilmiş, yargı mensupları da sözleşmenin emrettiği hükümleri “geçersiz” sayarak, cinsiyetçi yargılamalarını eski uygulamaları aratır şekilde sürdürmüştür.

Yargılamaların pandemi koşulları bahane edilerek kapalı kapılar ardında yapılması, pandemi koşulları ortadan kalktıktan sonra da devam etmiştir.  Bu hukuksuz, usule ve aleniyet ilkesine aykırı uygulamanın kamuoyunu duruşma dışında bırakmak amacı ile yöntem olarak benimsendiği çok açıktır.

Cinsel saldırıya maruz kalan kadınların, şikâyette bulunmaları halinde, sağlık kuruluşların cinsel saldırı muayene raporlarını tanzim etmemeleri, dolayısıyla şiddet eylemine ilişkin bulguların kaybolması;

Şiddet uygulayanın tahliye edilmesi halinde, suçtan zarar görene bilgi verilmeyip, koruyucu ve önleyici tedbirlerinin re’sen uygulanmaması;

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında kadınlar tarafından talep olunan önleyici ve koruyucu tedbirlerin uygulanmaması, bir çok kadının canına mal olmakla beraber, kadınların şiddet sarmalından çıkmalarını da adalete erişimini de zorlaştırmaktadır.

Aynı zamanda, kadına yönelik şiddetin her türlüsünün UZLAŞTIRMAYA tabi olmamasına rağmen kadınların haksız ve hukuksuz biçimde uzlaştırmaya yönlendirildiğini görmekteyiz.  Açılan davalarda ise hukuka aykırı indirim hükümlerinin uygulanması; kadına yönelik erkek şiddetine karşı verilen mücadelenin engellendiğinin açıkça göstergesidir.

Hukuku ve usulü keyfi ya da kısmi uygulamanın, kadına yönelik erkek şiddetine karşı etkin mücadele etmek anlamına gelmediğini özellikle vurgulamak istiyoruz. Tüm bu hak ihlalleri, kadınların adalete olan güvenini sarsmakta olup, şiddet sarmalından çıkma cesaretini kırmaktadır.

Uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuat ile birlikte Muğla Valiliği’nin Eylül 2020 tarihli genelgesinde yer alan ve yerel yönetimlerin zorunlu oldukları yükümlülüklerini yerine getirmediklerini kaygı ile izlemekteyiz. Yükümlülüklerini yerine getirmeleri çağrımızı yinelemekteyiz.

Yerel yönetimlerin bağlı bulundukları Belediye Kanunu’nda hüküm altına alınmış koşulları yerine getirmekle yasal olarak zorunludur.

Burada öne sürülen \”yer tahsisinin gerçekleşmediği\”, \”uygun personel alımının aksadığı\”, \”pandemi nedeniyle çalışmaların aksadığı\”, \”bütçede yeterince kaynak bulunmadığı\” gibi siyasi gerekçelerin ardına sığınmanın gerek hak ihlalinin gerekse cinsiyetçiliğin yerel yönetim eliyle sürdürüldüğünün karinesidir.

Kadınların ve kamuoyunun dikkatini çekmek isteriz ki; Muğla Büyükşehir Belediyesi en az bir sığınak açmakla yükümlüdür. Bodrum Belediyesi, Milas Belediyesi ve Menteşe Belediyesi nüfus oranlarına göre en az bir sığınak açmakla yükümlülerdir.

Bu husus yeni bir bilgi değil, aksine bu Belediyelerin çeşitli gerekçeler ardına sığınarak Muğla İlinde önceledikleri politikanın eşitlik ve şiddetten arınmış bir politika olmadığının açık bir ifadesidir. Yerelde bulunan kadınlar ve biz hukukçular, yerel yönetimlerin yasal zorunluklarını bilinçli bir şekilde geciktirdiklerine izleyici kalmamaya kararlıyız.

Bunun yanısıra Belediyelerin yeni yeni faaliyete geçirdikleri \”Kadın Danışma Merkezlerinin\” etkin bir şekilde faaliyette bulunmaları gerektiğini, bu kapsamda da Muğla Barosu’ndan ilgili mevzuata hakim avukatlar vasıtasıyla destek alınması için, gerekli işbirliğinin yapılmasına yönelik çağrıda bulunmak istiyoruz.

Sivil alanın daraltıldığı, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı bir siyasal ortamda yeni bir anayasanın tartışılma zemini olmadığını vurgulamak isteriz. Kadınlar katledilirken, her türlü şiddete maruz bırakılırken, kadınlara hukuki güvence sağlayan yasalar ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmaması için ayak diretilirken, kadın düşmanlığı üzerinden sürdürülen yeni bir anayasa girişimi hiçbir koşulda kabul edilemez.

Gözler önüne serilmiş olan tüm bu hukuksuzlukların yanı sıra belirtmek isteriz ki eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe ve erkek şiddetine karşı, her kadının öncelikle yaşam ve barınma hakkının sağlanması gerekmektedir. Bizler Muğla Barosu Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu ve Muğla Barosu’ndan kadın avukatlar olarak, kadınların hak ihlaline uğraması halinde adil yargılanma hakkını savunmaya, bunun için mücadele etmeye, sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.

Yaşasın 8 Mart, yaşasın kadınların haklı mücadeleleri! Kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm dünya kadınlarına ve haklı mücadelelerine selam olsun.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.