Bodrum Gündem

Yılmak Yok Yola Devam

Trafik kazasından, kalp krizinden, böbrek yetmezliğinden filan değil, üzüntüden öleceğim herhalde…

Neye baksam, neyi görsem, ülkemin içine düştüğü çıkmazı düşünsem, çok ama çok üzülüyorum. Uykularım kaçıyor, işin sonunun neye varacağını kestiremiyorum çünkü. O güzelim Türkiye’yi ne hale getirdik, nasıl getirdik, neden getirdik? Türkiye’mi rendeleyen, gücünü kuvvetini dağıtan, onca işlere nasıl kayıtsız kaldık? Ata’mızın bize emanet ettiği Cumhuriyete nasıl sahip çıkamadık? Dilimizi bozduk, kafamızı ve şeklimizi bozduk, böylesine tanınamayacak hale nasıl geldik biz?

Yabancı bir ülkede dolaşıyor gibiyim. Her taraf yabancı tabelalarla dolu. İşyerlerinin içinde gözüm Türkçe tabela arıyor. Otel, motel, lokanta, berber, fırın, büfe, bakkal, ayakkabıcı, giyim mağazaları Türkçe’ye küs sanki. Neyimiz var neyimiz yoksa yabancılara satmışız. İçme suyumuzu bile yabancılar almışlar, bizim doğal suları yabancı sermayenin elinden içiyoruz. Hem de ateş pahasına. Turizm ülkesiymişiz de, bu yüzden yabancılaşmış tabelalar. Kendi ülkemizde turist hale getirdiler bizi.

Türkçemiz de bir tuhaflaştı. Bir cümlenin içine bir-iki yabancı kelimeyi katmadan konuşamaz olduk. Dünyanın en güzel ve anlaşılır dilini de, kendimize benzettik. Argo kelimeler bırakın çocukları, devlet büyüklerinin dilinden düşmüyor artık. Çevreme kulak kabartıyorum, Arapça-Kürtçe konuşanlardan geçilmiyor. Evet, ülkede demokrasi var, herkes dilediği dili, anadilini elbette rahatça konuşabilmeli. Ama resmi dili yere düşürmeden ve ona zarar vermeden…

Özelleştirme diye her şeyi elden çıkardık. Yavaş yavaş devleti de özelleştiriyoruz galiba. Türkiye’nin yeraltı, yerüstü tüm servetlerini, kurumlarını, fabrikalarını yabancılara sattık. Bunlardan iktidara yakın yerli şirketlerin de eline geçenler oldu. Değerinin çok altında satılan bu yerlerin çoğu (ki içlerinde fabrikalar da var)  hepsi kapatıldı. Bir iki örneğini yazsam, sizler de benim gibi üzüntüden hasta olursunuz. Bir ekonomi 20 yılda nasıl çökertilir, hepimiz tanık olduk buna. Ama çöken ekonomiyi düzeltmeyi, çökerten bir kadroya verme işine de, kargalar bile gülüyordur herhalde.

Dışardan borç buluyoruz diye sevinen bir devlet, millet olur mu? Döğünsek normal, sevinmek neye ki? Tarımımızı mahvettik, maliyetleri karşılayamayan çiftçiler, tarlalarını ekemiyorlar. Tarım politikasındaki sorumsuzluklar yüzünden, köyler boşalıyor, çiftçiler de tüketicilere ekleniyorlar maalesef. Oya dayalı sosyal devlet anlayışı, vergilerimizi yandaşlara, milyonlarca insana rahatça dağıttı. Dünyanın en büyük tembel nüfusuna ve üretmeden tüketenler kalabalığına sahibiz. Üstelik bunlara dışardan da milyonlarca mülteciyi ekleyip, ülkemizin demografik yapısını bozuyoruz.

Bütün bunlara üzülmemek, kahrolmamak mümkün mü? Milli eğitimimizi rezil ettik. İlkokullardan Üniversitelere kadar hepsine zarar verdik. Çocukları ve aileleri  taşımalı eğitime mecbur ettik. Çocuklar nerdeyse yürümeyi unutacaklar. Okulların çoğunu imam hatibe çevirdik. Her sokağa bir Üniversite açtık, üç katlı apartmanlara Üniversite izni verdik. Sokakta elini çarpsan, ekspres profesörlere değiyor. Bu Üniversitelerden geçmişin ortaokullarına eşit bilgide mezunlar çıkıyor. Çoğu iş bulamıyor, kapağı başka ülkelere atmaya çalışıyorlar.

Dinimize de büyük zararlar verdik. Yaşadığımız dünyaya değil, öbür dünyaya yöneltiyorlar kafaları. Devlet eliyle beslenen ve desteklenen tarikatlar, devletten daha güçlü hale geldi günümüzde. Daha Fetö belasını tam savuşturamazken, şimdi de menzil tarikatıyla başımız belada. Menzil çok göz önünde, olmayan yüzlerce tarikatımız daha var. Diyanet işleri siyasi parti merkezi gibi. Camilerde rahatça politika yapılıyor. İmamlara doktordan, öğretmenden, polisten çok maaş veriyoruz.  Önümüze gelen yere cami yapıyoruz. Camimiz bol, cemaat çok az. Her  camiye devlet memuru imam, müezzin tayin ediyoruz.

Korkunç israflarla yönetiliyoruz. İsraftan şikayetçi ve emeklilerin süründüğünden yakınan milletvekilleri, eğer emekliliği yoksa 73 bin, eğer emekliliği de varsa 150 bin lira maaş alıyorlar. Kendilerine zam söz konusu oldu mu çok sağlam bir çıkar koalisyonu kuruyorlar aralarında. Tasarrufa başlayacaksak eğer, saraydan ve Parlamento’dan başlamalıyız. Ülkeyi yöneten iktidarı da, muhalefeti de sorumlu halimizden. Hele muhalefeti iktidardan da perişan bir halde. Milleti bırakmış kendi kavgalarına düşmüşler. Zaten iktidarın bu kadar güçlü olmasının sebebi muhalefet değil mi? Büyük Ortadoğu projesine birlikte su taşıyorlar.

Bunlara üzülmeyen, kahrolmayan Türkiye sevdalısı olabilir mi? Üzüntüden kendimi yiyip bitiriyor, 80 yaşını aşmama rağmen hala yazıyla mücadelemi sürdürüyorum. Herşeye rağmen geleceğe ve ülkemin mutlaka düze çıkıp aydınlığa taşınacağına inanıyorum. Umutluyum, biz çılgın Türklere çok güvenirim çünkü. Tüm imkânsızlıklara rağmen mucizeler yaratmışlardır hep. Yedi düvelle dövüşüp, Türkiye’mizi kim kurdu? Ata’mız ve bir avuç vatanperver… Dış güçlerin oyununu, büyük Ortadoğu projesini paramparça edecek güce her zaman sahibiz. Üzgünüm ama umutsuz değilim. Hatta umudum günden güne daha da artıyor. Yılmak yok, yola devam…

Can Pulak

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.