Bodrum Gündem

KINTSUGİ

KINTSUGİ

 

Ben eski nakkaş

Sırmayla bezedim iç avluları

Kanatları ıssızlığa açılan kapıları,

Ben eski nakkaş

Taş değil işlediğim eski bedenim

Deştikçe açılıyor ateşin rengi

Ben eski nakkaş, kördüğüm

Kendine kilitli kara kış

Yağdıkça eriyor sana adadığım bekleyiş.

Ben eski, ben nakkaş, ben kilit.

Elimde her yanı gelgit

Vurdukça eksiliyor göğsündeki.

Cevahir  Bedel

Kintsugi  sanatının bilinen tarihi Wabi Sabi felsefesi gibi 15. yüzyıla dayanmaktadır. Rivayete göre Japonya’ya hükmeden ordu komutanı Ashikoga “Shogun” Yoshimasa’nın çok sevdiği bir çay fincanı kırılır ve komutan bu fincanı tamir edilmek üzere Çin’e gönderir. Dönem koşulları göz önünde bulundurularak metal zımba ile onarılan fincan, komutanı memnun etmez. Estetikten uzak ve sadece iş görecek şekilde tamir edilen bu fincan sonrasında Japonlar, farklı ve estetik bir seramik onarımı arayışına girerler. Japon zanaatkârlar, komutanın seveceği bir çalışma ortaya koymak amacıyla tasarım odaklı düşünme sürecine odaklanır ve işe koyulurlar. Bu çalışma, komutanın istediği gibi estetik açıdan zengin bir fincan üretmek ve komutanın eşyası ile bağlılığını göz önünde bulundurarak, bu bağı güçlendirmek amacı üzerinden şekillenir. Çalışma bittiğinde fincan eskisinden daha da güzel bir hale gelir. Böylece altın anlamına gelen “Kin” ve birleştirmek anlamına gelen “Tsugi” kelimelerinin birlikte kullanımıyla oluşan “KİNTSUGİ” kelimesi, bu sanata ismini verir. Wabi Sabi felsefesi ile ilintili olarak,  kusurlardaki güzelliği ortaya çıkaran bir sanat: Kintsugi

500 yıllık tarihe sahip olan bu geleneğe göre aslında hiçbir şey gerçekten kırılmaz. Kırılmayı, bozulma veya yok olma yerine yeni bir var oluş şekli olarak gören Kintsugi, nesnelere kaybettikleri fonksiyonları geri kazandırmanın ötesinde, yaşanmışlıkları ve izlerini vurgulayan bir felsefedir de aynı zamanda. Parlayan nesne yenidir ve dolayısıyla henüz kullanımın ona kazandırdığı soylulukla değer kazanamamıştır. Oysa eskiyen eşya, onu kullananla birlikte yaşamış ve dolayısıyla sabır ve sadakat duygusuna sahiptir. İşte Bu felsefe ile doğru orantılı olan sanata Japonlar  “Kintsugi” demişlerdir.

Japonya’da bir kase kırıldığında, kırıklar altın, gümüş, platinle tamir edilir ve kırıklar daha da belirgin hale getirilerek çok güzel çizgiler oluşturulur. Bu, kırılan güzelliğe vurgu yapmak içindir. İnanışa göre; ıstıraptan zarar gören nesnenin bir geçmişi, bir tarihi vardır ki bu onu daha güzel yapar. Tıpkı insanlar gibi… İçinden geçtiğiniz ve yürüdüğünüz yollar sizi, hayatınızı çirkinleştirmez. Hatta bu içinden geçtiğimiz yolları ve hayatla yaptığımız savaşımı ALTIN’a boyamak bizim tercihimizdir. Tamirin ardında kırıklar yoktur. Bu da onu daha güzel kılar ve sizi daha yükseğe taşır. İçinden geçtiğiniz savaşımlar, yaşamınızda neler olduğunu anlamanızı sağlayarak sizi daha iyi bir insana dönüştürür.  Korkularınızı gururla taşırsınız. Tıpkı bir onur rozeti gibi. Dersiniz ki; içinden geçtiğim zorluklar beni ben yaparak bugünkü BEN’i yarattı. Şimdi de ben, yaşamın önüme koyduğu her şeyin içinden geçebilir, her sıkıntıyı atlatabilirim. Hiç kimsenin mükemmel bir yaşamı yoktur ve hiç kimse her istediğine kavuşamaz. Bu sadece bize bağlıdır. Eğer biz kırılmış parçaları altınla boyamayı seçersek onu güzelleştiririz. Başınıza gelenlerin bir sebebi olduğunu düşünün ve bundan utanmayın. Sürekli reddedişler ve şikayetlerle başımıza gelenleri kabul etmezsek bunu yararlı hale getiremeyiz. Kabul ettiğimiz anda yararlı olanı buluruz. Kırıklıklarımız bizi özel kılar. İçinden geçerken zorluklar, yaşamımızı çirkinleştiriyor gibi gelse dahi öyle değildir. Aynen çatlakları altınla doldurarak güzel kıldığımız gibi kırıklıklarımızı kabul edersek kendimizi onlarla güzelleştiririz ve yararlı kılarız. Kırılan parçalarımızdaki çatlaklar nefes almamızı sağlar. Altının çirkin olabilecek bir nesneyi güzel bir şeye dönüştürmesi gibi,  yaşadıklarımızdaki yer yer patlamalar da başka insanlara ilham olur. Bunun nasıl olduğuna takılmamalıdır insan. Yaşamınızın her basamağı sizi bir diğerine hazırlar, sizi yeni biri yaparken bazen kırılabilirsiniz. İşte bu yeni yaşamınızdaki yeni versiyonunuzdur. Eğer siz ve sevdikleriniz zorlu zamanlar geçiriyorsanız umarım bu yazı dizim size yardımcı olur.

Kırılan bir eşyayı “kusurlu” olarak görmektense, altın tozu ile yeniden yapıştırırlarken, hiç kırılmamış görünümü vermek yerine kırıkları, çatlakları, altın kullanarak görünür bir şekilde birleştiriyor Kintsugi sanatçısı. Böylece ortaya aslında yine aynı işlevi görebilen, yenilenmiş bir eşya çıkartıyor. Kırılan eşya değersizleşeceğine, kusurlarından dolayı, kusurlarıyla birlikte değerleniyor. Kırık parçalara yeni bir yaşam, belki de bir yaşam gayesi kazandırıyorlar bu şekilde. Kusurlu olana, kırık olana yeni bir yaşam armağan ediyorlar. Kırıkların içindeki güzelliği buluyorlar.

Geçen bölümde anlattığım  Wabi Sabi felsefesine dayanan Kintsugi sanatı;” dünya üzerindeki hiçbir şey baki değil, hiçbir şey mükemmel değil ve hiçbir şey tamamlanmış değil. Tıpkı biz insanlar gibi” düşünüşü ile hayat buluyor. Wabi Sabi’ye göre, Kintsugi’nin amacı kırık vazonun yeni gibi görünmesi değil, kusurlarıyla güzelleşmesi, sizin bakış açınızın değişmesi. Yani aslında bir yeniden doğuş anlamı taşıması. Tıpkı küllerinden yeniden doğabilen Simurg gibi, insanın da kusurlarını tamir ederek yeniden doğabileceğini anımsatıyorlar. Bu anlamda Wabi Sabi de, hatalarından ders alan, kırıldığı yerden güçlenen insanları kucaklamak bir nevi. Etrafımızdaki insanları kusurlarıyla kabul etmeyi öğreniyoruz. Sevmediğimiz huylarımızı törpülüyoruz  lakin yine de kusurluyuz ama böyle de iyiyiz. İnsan ya da eşya hasara uğramış, kırılmış ve acı çekmiş olsa bile bundan ders alabilecek bir hatıraya sahiptir. Dolayısıyla  yeni bir hal, önceki halinden daha iyi ve değerlidir. Çünkü hatalardan ders almak ve parçalandığında kendini tamir etmek güçtür.

1960 yıllarının başından beri sanat, müzik, feminizm ve savaş karşıtı faaliyetlerle adından sıkça söz ettiren Yoko Ono’nun bir Kintsugi koleksiyonu olduğu biliniyor. Ono; bu koleksiyonu ile dünyanın kırılganlığına, buna karşı umudun var olduğuna ve kendimizi sorgulamamız gerektiğine dikkat çekmek istemiş.

Yaşamımdaki kırıklıklar ve kırgınlıklarda sırtımı dayadığım annemi kaybedeli çok oldu. Artık umudu tek başıma bulmak için mücadele veriyorum. Masallarla terbiye edildim ve hep edebi, erdemi, ahlakı, saygı ve sevgiyi masallarda bulmam ve uygulamam istendi. Hala masal okuyorum.  Geçenlerde okuduğum bir hikâye bu yazıya oldukça yakışıyor.

“Çok yaramaz bir çocuktum. Bütün pantolonlarım hep yamalı idi. Annem özenle dikerdi. Özel iplikleri vardı. Yıllar geçti kalp kırıklıkları yaşadım. Kimse annemin pantolonlarımı onardığı gibi onarmadı kırıklarımı. Anladım ki, annemin iplikleri altındanmış.”

Bitirirken “Onarmak, kusuru öykülendirmektir” mi acaba diye bir soru takılıyor aklıma? . Ve Leonard Cohen’in sözleri aklıma geliyor: “Kusursuzluğu unutun. Her şeyde çatlak vardır, Işık içeri böyle girer…”   Işığınız bol olsun!.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.