Bodrum Gündem

Blof – Beril Bozdoğan

Blof – Beril Bozdoğan

Blöf kitabının yazarı Beril Bozdoğan ile kitabı hakkında konuştuk:

“Hataların yapılması gerekli, o

hatalar gelecekteki ilişkimize

değer vermeyi öğretiyor…”

BERİL Bozdoğan, Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan ilk kitabı BLÖF’de, bir aşk hikâyesi gibi görünen ancak daha çok aşkı konu edinen bir roman sunuyor okura.
Eski aşkı ve müstakbel aşkı arasında kalmış Dora karakteri üzerinden, hem aşkın kendi hallerine hem de insan üzerindeki hallerine değinen Blöf, ardı arkası kesilmeyen aşk soslu romanların aksine merkezine gerçek aşkı alması sebebiyle türdeşlerinden ayrılıyor.

Özkan Saçkan

DUYGULARIN MANTIKLI KONTROLU

  • “Blöf”ün bir aşk hikâyesinden ziyade, büyük resimde aşkı konu edinen bir roman olduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız bu görüşüme?

Aşkı konu edinen bir roman ifadenizi çok beğendiğimi söylemek istiyorum öncelikle. Yola bir aşk romanı yazacağım diye çıkmamıştım. Yola, duyguların en yoğun hallerine ulaştığı aşka düşmek hali üzerinden, insan davranışlarını ve onların kişileri hangi beklenmedik sonuçlara ulaştırabileceğinin sınırlarını görmek üzere çıkmıştım. Duygulara tamamen teslim olunduğunda –ki buna Dora’nın bir baş etme mekanizması olarak alkolle olan ilişkisine örnek verebilirim– veya duyguların mantıkla kontrol altına alınma çabasında –bunu da Desen’in Batur’a karşı iki yıl sürdürdüğü tutumla örnekleyebilirim– neleri kaçırdığımızı veya neleri kaybetmeyi göze aldığımızı anlatmaktı amacım. BLÖF’ü, ikili ilişkilerdeki pasif agresif tavırları, açık iletişimi, dürüstlüğü, bağımlılığı, travmayı ve iletişime etkileri gibi psikoloji biliminde de yer tutan kavramları, aşkı merkezde tutarak irdelediğim bir roman olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Bu söylediklerimin ışığında sorunuza evet cevabı vermek doğru olur inancındayım.

YÜZLEŞMEYİ BAŞLATMAK ZORUNLU OLDU

  • Kitabın konuya direkt dalan bir girişi var. Böyle başlangıçlar okurda beklentiyi roman boyunca epey yüksekte tutar.

Romanın kurgusu kafamda şekillenirken aklıma gelen ilk cümle ‘Boşanıyorum’ idi. Kurgulamayı düşündüğüm durum; yaşanıp bitmiş ve artık tek taraflıya dönüşmüş bir aşka saplantılı bir şekilde tutunup kalmış bir karakter ve onun hayatın içinde varoluş biçimiydi. Hayatının durağanlığı, yalnızlığıyla baş etme çabası ve melankolisi ön planda olacaktı. Fakat ya hiç beklenmedik bir şey olur ve aşkın diğer öznesi geri dönerse okuyucu olarak biz neyle karşılaşırdık? Dora’nın hafızasında ve anılarında yaşayan bu kişi, ete kemiğe büründüğünde bildiğini sandığı kişi olarak mı karşımıza çıkardı? Yoksa hayatın evirip çevirerek yoğurduğu bambaşka bir karaktere mi dönüşmüş olurdu? Belki de Dora o kişiye kendi bakış açısıyla bakmıştı ve yarattığı ideal insanı –aşkı- ona yüklemişti. İşte o kişi “Boşanıyorum” diyerek geri döndüğünde, Dora’nın bildiğini sandığı her şey için kendisiyle asıl yüzleşmeyi başlatmak artık bir zorunluluğa dönüşürdü. Ben de bu akışı izlemek istedim.

KESİN ADIMLAR ATMAK

  • Siz Dora’nın duygusal hareket alanını kısıtladınız mı? Yoksa Dora’yı çok farklı ruh hallerinde görebilirdik kitapta. Siz neler söylemek istersiniz bu konuda?

 Aslında bahsi geçen 6 yıl bu sınırlamalardan biri. Bu süre içerisinde Dora’nın kendisiyle ilgilenen birkaç erkekle yolunun bir şekilde kesiştiğini, fakat Dora’nın yara bandı olabilecek bir ilişkiye en başından beri sıcak bakmadığını Desen ile arasında geçen bir diyalogda görüyoruz. Yasın beş evresi teorisini de düşünecek olursak; İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme aşamalarını Dora 6 yıl içinde adım adım geçmiş ve bahsettiğiniz uçtan uca savuracak bu -özellikle ilk üç evreyi- romanın başlangıcının gerisinde bırakmış olarak tanışıyoruz karakterimizle. Aynı zamanda Dora’nın yıllar içinde kazandığı, belki de en başından beri sahip olduğu empati becerisi de önem kazanıyor. Çağrı ile de son derece temkinli ilerlemesinin sebebi bu; kendi yaşadığı geride kalmışlığı Çağrı veya bir başkasının yaşamasına engel olmak… Kendinden ve ilişkiye verebileceklerinden emin olmadan kesin adımlar atmamayı tercih ediyor.

İKİLİ İLİŞKİLER AŞKLA SINIRLI DEĞİL

  • “Blöf”, bir kadının aşk hayatını anlatıyor ancak sizin meseleye erkek tarafından bakışınız da kitabın örgüsünde önemli bir rol oynuyor. İşin bu tarafına nasıl yaklaştınız?

Romanı, ikili ilişkileri birçok yönüyle, kendim de bir cevap arayışıyla yazdım. Bu arayışı romanda Dora-Ilgaz, Dora-Çağrı, Dora-Desen, Desen-Batur üzerinden görüyoruz fakat yaşamımızda ikili ilişkiler aşkla sınırlı değil. Anne-çocuk, baba-çocuk, kardeşlik, arkadaşlık, dostluk ilişki ağlarıyla örülüyüz hepimiz. Bu blöfleri aile içinde de, iş hayatımızda da yaptığımız zamanlar olmuyor mu? Bir kişiye tüm sıfatları yüklemeye çalıştığımız ve beklentilerimiz arttıkça hayal kırıklığımızın büyüdüğü zamanlar mesela…
Örneğin, Dora’nın hikâyesinin Desen’e ikincil travma yarattığını gördük. Ilgaz’ın madalyonun öbür yüzünde bambaşka bir hikâyeyle karşımıza çıktığına şahit olduk. Babasının ani kaybı gibi büyük bir travmanın Dora’da Ilgaz’a dair beklentisi üzerine hayat arkadaşlığı üzerine babacan bir sıfat eklediğini ve ardından gelen kopuşun farkında olmasa da hem babaya hem Ilgaz’a dair ikiye katlanmış bir yas sürecini başlattığını anladık. Bazı şeylerin göründüğü gibi olmadığı gerçek dünyada her iki cinsiyetin de bakış açısını göstermeye çalışmak için erkek karakterlerin tuttuğu yer de önemliydi.

UMUDU CANLI TUTUYOR

  • Dora, Desen olmasaydı, “tayfa” ile geçirdiği kısa süre olmasaydı hali nice olurdu diye gözümün önünden epey görüntü geçti. Siz nasıl bir kurguyla oluşturdunuz yan karakterleri?

“İnsana insan gerek.” Anlatmak istediğim meselenin mihenk taşlarından Desen; onu “Kahramanın Yolculuğu”nda karşılaşılan “Ak Sakallı Dede”, yani bir yol gösterici, bir ermiş, bir bilge olarak görüyorum. Tabii Desen’i de gerçekçi kılabilmek için onun da kusursuz olmaması gerekiyordu. Kendisine ait büyüklü küçüklü hataları, yeri geldiğinde kendisiyle yüzleşmesi, davranışlarının sonucunun sorumluluğunu üstlenmesi elzemdi. O da yolda iki yılını kaybetti diyebiliriz. Desen’in olmadığı bir “BLÖF” hayal edemiyorum; o olmasaydı bambaşka bir roman okurduk -hatta okuyamazdık. Dora’nın kayıp gitmek ile iki ileri bir geri de olsa düğümleri çözerek ilerlemesini sağlayan ilişki Desen’le olan etkileşimi aslında. Romanı teknik açıdan ele aldığımızda Desen, evet bir yan karakter fakat gönlümün başkahramanıdır kendisi. Batur ve tayfa ise trenin raydan çıkmasına engel olan dış destekler diyebiliriz. Güven kelimesine karşılık gelecek yan karakterler oluşturmak istedim çünkü en nihayetinde bir kurgu okuyoruz ve romancının da hem kendisine hem okuruna arada bir ideal dünyadan karakterler sunması umudu canlı tutuyor bana göre.

İNSAN YANINDAKİYLE YAŞAR

  • Kitapta sorduğunuz “Bir gönüle iki aşk sığar mı?” parantezinden neredeyse hiç çıkmadan meramınızı bize aktarmışsınız. Bahsettiğim türdeki aşkın meze edildiği kitapların ardından ‘BLÖF’ü okuduktan sonra, o kadim soruyu sordum kendime: “Bu devirde böyle aşklar kaldı mı

Sorunuzu cevaplamadan önce, yapıcı eleştiriyle harmanlanmış iltifatınız için teşekkür ediyorum. “Bu devir”den kastımızın, toplumumuzun modern çağı yakalamasıyla birlikte görücü usulü evlilik sayısının azaldığı -en azından kentleşmenin hızlandığı ve mahalle kültürünün en aza indiği metropoller ile sosyal medyanın hüküm sürmesiyle gelen kültürlerarası etkileşimin arttığı şu dönemde diyelim- ortalama evlilik yaşının yükseldiği ve kadınların tanışılan ilk kişiyle evliliğe mecbur edilmediği bir devir olduğunda hem fikiriz zannedersem. İdeal dünyada bir ilişki başladığında, geride kalmış tüm ilişkilerin duygusal tortularından da arınmış olmasını isteriz. Geçmiş devirlerde, ilk ilişki genellikle son ilişki oluyordu ve tüm ömrünü beraber geçirmiş kişilerin zaten maruz kaldığı ikilemler değildi bunlar. “Yasak aşk” olarak tanımlanmış istisnalar ise zaten halihazırda edebiyat dünyamızda klasikler olarak çokça yer tutuyor. Günümüzde ise romantize edilmiş, Jane Austen’vari aşklardan, çoklu etkileşime geçildi. Dediğim gibi, sosyal medya ile seçenekler ve temaslar da kontrolsüzce genişledi. Günlük vasıfsız etkileşimlerimizin bile anı hanemizde yer tuttuğu bu devirde, evet bu tarz aşkların varlığını sürdürmesi zor olsa da tamamen yok olduğuna inanmıyorum. Belki bizim gözümüzün önünde yaşanmıyor, belki gerçek hayat dediğimiz bu yerde ancak kurgularda ve romanlarda karşımıza çıkıyor olsa da elbet vardır. Fakat YouTube’da bir Sezen Aksu şarkısının altındaki yorumları okursanız, “İnsan yanındakiyle yaşar, aklındakiyle ölür” minvalinde çokça yoruma denk gelirsiniz. BLÖF’ü salt aşk izleği üzerinden okuyup sorguladığımızda da denk geldiğimiz mevzu bu. Yaşadığımız her aşkın, her ilişkinin, etkileşime girdiğimiz her insanın bizim karakterimizde yarattığı değişimler ve davranışlarımız üzerindeki etkileri… Yine de unutmamak lazım ki geçmişteki kararlarımızın sonuçları, onlarla baş etme şeklimiz, aldığımız dersler ve bir sonraki fırsatta, bir önceki fırsata rağmen -hatta o fırsat sayesinde- neye evirildiğimiz mevzu bahis. “Geçmiş yaşanmamış olsa ben, ben olmazdım.” Çok klişe bir yaklaşım gibi duyulsa da doğru olduğuna inanıyorum. Hataların yapılması gerekli, o hatalar bize gelecekteki ilişkilerimize değer vermeyi öğretiyor… Umarım tatmin edici bir cevap verebilmişimdir.
(Sayfa Sayısı: 312. Yayınevi: Kara Karga Yayınları)

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.