Bodrum Gündem

Yakamın Düğmesi

Sıla derdine düşünce anlarsın

Yunanlıyla kardeş olduğunu

Bir Rum şarkısı duyunca gör

Gurbet elde İstanbul çocuğunu

Bülent Ecevit’in Türk – Yunan Şiiri’nden

Üniversitede İşletme eğitimimden önce bir yıl Alman Filolojisi’nde okumuştum. Alman edebiyatı ve özellikle felsefesi ilgimi çekiyordu. Filolojide okurken bu ilgim daha da derinleşmiş ve güçlenmişti.

Üniversite eğitimimden sonra, 1978 yılında, doktora yapmak amacıyla ilk önce Almanya’ya gittim. Almancam, bu dilde eğitim yapabilecek düzeydeydi; ancak ben üst kurları da bitirdim.

Felsefe dalında doktora yapmak gibi gizli bir hedefim de vardı; Almanca dilini derinlemesine öğrenme arzumun nedeni bu idi.

Dil okulunda Türk arkadaşlar da vardı; zaman içinde birlikte vakit geçirmeye başladık. Güneşli bir günde okulun alçak duvarına oturmuş sohbet ediyorduk. Ceketini sırtına atmış, hafif öne doğru yaylanarak ve gülümseyerek yürüyen, bizim yaşlarımızda yapılı biri yanımıza yaklaştı. Aramızda; “Herhalde Türk?” diye konuştuk; zira elinde bir tesbih eksikti. Rum aksanıyla, Türkçe konuşarak; “Meraba, ben Elias” dedi. Biz de kalktık ve bir bir kendimizi tanıtarak, “Hoşgeldin” dedik.

Elias çok az Türkçe ve çok az da Almanca ile anlatmaya başladı: “Ben Taksim Ülker sokakta doğdum. Babam Rum okullarında müfettişti. İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldığımızda ben altı yaşındaydım.” İşin ilginç yanı,”müfettiş” kelimesini Türkçe söylüyordu.

Elias’ı dinlerken ben de çocukluk yıllarıma gittim; herhalde ondan birkaç yaş büyüktüm. Rum akrabalarım ve Rum çocukluk arkadaşlarımla oynadığımız oyunlar gözlerimin önünden geçti ve hüzünlendim. Hüznümün hiç eksilmediğini belirtmek isterim.

Yakın geçmişte, Büyükadalı bir büyüğümle bu konularda sohbet ederken hislerimi şöyle paylaşmıştım: “Abi, hissiyatım şu olmuştu: Uyuduk, uyandığımızda yoklardı.” “Aynen öyle oldu Metin” dedi büyüğüm.

Yine konumuza dönelim. Elias ile bizlerin arkadaşlığı her geçen gün gelişiyordu. Birlikte zaman geçiriyor; basket oynuyorduk. Elias Hukuk doktorası yapmaya gelmiş; burs da kazanmış. Yunanistan’da ise Fransızca eğitim görmüş.

Elias’ın Türkçesi de hızla gelişiyordu. Derken, İsviçre’nin Cenevre bölgesinden güzel ve zarif bir kız öğrenci geldi okula; o da aramıza katıldı. Cenevre’nin dili Fransızca olduğu için, Elias ile iletişimleri daha yoğun oluyordu; zamanla duygusal boyutta da ilişkileri derinleşti. Elias’ın Fransızcası ve Türkçesi hızla gelişme göstermeye başlamıştı. Ben de kendisine takılıyordum: “Elias ne kadar şanslısın! Herkes buraya bir dil öğrenmeye geliyor; ancak sen iki dil öğrendin. Almanca öğrenemedin ama olsun.” Gülüşüyorduk hep birlikte. Derken aramıza, Patras’dan Mersina da katıldı. Gezmeye ya da maça gittiğimizde, kuru köfteler ve güzel yiyecekler hazırlardı; bir Türk kızından hiç bir farkı yoktu.

Neticede okul, farklı zamanlarda da olsa bitti ve birbirimizden ayrıldık. Bir gün İstanbul’da evde otururken postacı geldi ve bir kâğıt verdi. Yanlış hatırlamıyorsam Salıpazarı’ndan almam gereken bir şey varmış, Yunanistan’dan Mersina göndermiş. Heyecanla gittim; paket açılmıştı. Sokrates’in küçük bir büstünü gördüm ve çok mutlu oldum. Arkadaşlarım felsefeye olan ilgimi biliyorlardı; ancak Mersina’nın bu zarafeti beni çok etkilemişti. Bu güzel hediyeyi, bugün hâlâ büyük bir özenle, kütüphanemde muhafaza ediyorum.

Avusturya’da, Tirol bölgesi ile Vorarlberg bölgesini birbirine bağlayan uzun bir tünel bulunmaktadır. Tirollüler ile Vorarlbergliler birbirlerini şu sözlerle şaka yollu kızdırırlar: “Tanrı’nın bir dağ ile ayırdığını, insanoğlu bir delikle birleştiremez!

Ben de bu söylemden esinlenerek şöyle diyorum: “Tanrı’nın coğrafya ile birleştirdiğini, insanoğlu ayıramaz!

Vurgulamak isterim ki;
Ege Denizi benim yakamın düğmesidir ve açılabilmesi söz konusu olamaz!

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.