Bodrum Gündem

CANSIZLARIN HALİT’İN RANT’LA İMTİHANI…

purchase Viagra ???????????????????????????????Hukukçu Yazar Av. Sabahattin EFE

Yüzlerce  ada martısı yavrusu sabahın erken saatlerinde, yuvalarında çığlık çığlığa bağırarak, anaç martıların İçada’dan gagalarında getireceği solucandan oluşan kahvaltıyı bekliyordu. 85 yaşını geçen sene geride bırakan  Cansızların Halit,  bu saatte Adaboğazı yarımadasının en ucunda,altı boş kayanın üzerindeydi, sanki fırıncı küreğinin üstünde duruyordu.

Anaç martı ağzında bir tane büyük solucan getiriyordu, gagasıyla yavrularının ağzına eşit bölerek küçük parçalar halinde dağıtıyordu. Bütün bunları izlerken düşündü, kendi hayatına baktı, niçin böyle olmuştu, tam bir karar veremiyordu, her iki oğluna da hep eşit davranmıştı. Okul çağında Cumhuriyet ilkokulundan top sahasına kadar trompetler çalarak yürürlerken hep yanlarında olmuştu, askere gönderirken yokuş başına kadar davullu zurnalı uğurlama yaptırmış, askerden gelince  evlerini yapmış, evlendirmiş, birine ne takmışsa, öbür geline de aynısı takmıştı.

Acaba nerde hata yapmıştı…

Adaboğaz’nın ucundan bakınca, sabah sisinin ardında İstanköy adasının Gökova’ya ok gibi saplanan sivri burnu çok yakındaymış gibi görünüyordu. Alman harbinden önce halasının kızına çeyiz düzmek için adaya gitmişlerdi, o günlerde ada İtalyanların elindeydi.  Manifaturacı dükkanında  çalışan  gençler, merdiven kullanmadan hatıla kadar sincaplar gibi çıkarak top top kumaşları bir çırpıda indiriyorlardı. Koşumlu atların çektiği fayton ile burnun arkasındaki ılıcaya gitmişlerdi,  birden o burundaki ılgın ağaçları  gözünün önüne geldi.

Şimdi, bulunduğu yerde, Ilık tuzlu rüzgar saçlarını uçuruyor, martı yavrularının kuyruk tarafındaki havut tüyleri rüzgardan yelken direği gibi dikiliyordu, o eski İtalya ülkesi İstanköy‘deki kadınların lüle şeklinde yapılmış bukleli saçlarının benzeri lüleli dalgalar, beyaz köpüklerini saçarak karaya vurduğunda, martı yuvalarının yakınına kadar, en yükseğe çıkıyor,  tırnaklarını kara ülkesine geçiriyor, sanki orada uzunca bir süre asılı duruyordu ki işte o anda, dalgalar bir şey fısıldıyor, O’na  “Gideceksin” diyordu. Elli sene önce evlenirken de burada yine  denize sormuştu. Önemli kararlar için hep böyle yapar,,Adaboğaz’nın ucuna kadar gelir, denize sorardı.

Tam beş sene öncesini hatırladı; bükten denize bakan taraçalı tarlanın etrafını binalar, oteller sarmaya başlamıştı. Büyük oğlanın emlakçı arkadaşı bir müteahhit bulmuştu,  “Baba verelim artık burayı müteahhide  ne zaman kadar el işinde çalışacağız, akranlarımız bey gibi yaşıyor, sıfır arabayla geziyorlar“ derken, notere gittiler, bastı imzayı, inşaat başladı.

Arsanın  içinde inekleri beslediği ahır vardı, gerisi otlaktı,  “Baba inekleri götür artık turistler gelecek” deyinceye kadar ahırdaki hayvanlara  baktı, bu ineklerin ırkı atadan dededen kalmaydı. Sırf kesime gitmesinler diye buzağılı inekleri Mumcular köylerinden tanıdık ailelere sattı, canhıraş bağırışlar arasında kamyona bindirerek götürdüler, üstü kiremitli kaydırma ahır binası bir kepçenin dişleri arasında un ufak olmuştu, molozunu da kamyona yüklenerek götürmüşlerdi.

Cansızların Halit,  otelin kapısının ağzına kadar gittiğinde, eskiden  her gün sağdığı taze sütün kokusu yerine,artık burnuna havuzun klor kokusu geliyordu, gözleri kamaştıran, ışıldayan galvanizli korkulukları, bahçeye dikilen koca yapraklı yabancı bitkileri görmek istemiyordu, daha çok imar yolunun öbür tarafında kalan eskiden kendi malı olan melengeç ağacının koyu gölgesine kulağının arkasına mis gibi kokan  fesleğen çitimi  kıstırıp sandalye atıp oturuyordu.  Yaz susuzluğunda buzağıların yaladığı pınarcıklar, gözeler betonla kapanmış, şimdi temellerden mazgala simsiyah bir su akıyordu, belli ki bu toprak, sırtındaki betondan, demirden oluşan bu heyula kütleyi atmak  istiyordu.

Şimdi  Adaboğazı’ndan koşar adımlarla geri dönüyordu, denizin sesine uyacak ve bugün için çağrıldığı yere mutlaka gidecekti. Hayıtlı göl mevkiini geçerken, sakızdırak ağaçlarının keskin kokusu nefesini açmıştı. İskeledeki dolmuş durağından bir minibüse bindi, adliye durağında indi,  emekli maaşına da banka hesabına da tedbir gelmişti, her ay  hakim izni ile ihtiyacı kadar para alabiliyordu. Elindeki davetiyede yazılı mahkemeye gitti, bir süre sonra mübaşir “Halit Cansızoğluuu” diye bağırdı, içeride gösterilen yere oturdu, kasketini de, fesleğen çitimini de sıranın üstüne koydu…

Karşısında davacı sırasında büyük oğul ile yeni avukat olan teyze kızı vardı, bu kıza doğduğunda altın taktığını  içi burkularak hatırladı…

Gür sesli, kıvrakça konuşan genç hakim, önce davacı tarafa söz verdi. Teyze kızı avukat “ – Müvekkilimin babası otelin sahibidir, ancak yaşlılık nedeniyle kendini idareden yoksundur, tanık ifadesine göre mahallede evinin yolunu dahi bulamamakta, yoldan geçenlere sormaktadır, mallarını satmak için  tapu dairesinde görülmüştür, davamızın kabulüyle hacir altına alınmasını talep ediyoruz “ dedi.

Hakim,  doktor raporunda davalının makul ve mantıklı cevaplar verdiğinin yazılı olduğunu zapta geçtikten sonra, davalı Halit’e dönerek davaya diyeceklerini sordu. “- Hakim bey, ben ilk üç sene otelin işletmesini gezi teknelerinde kaptanlık yapan büyük oğlana verdim, bankadan kredi alındı, odaların eşyaları, havuzu,  kafeteryası döşendi. O kadar turist kalıyor, güya elli odalı apart otel para kazanmıyordu. Banka kredisi için annesinin bir arsasını sattırdılar. Hafta sonları Kıbrıs’a kumara gidiyormuş,  gelinin elinde  yüzükler, kolunda bilezikler, yüzünün yarısını  kapatan simsiyah gözlükler, yaşantıları değişmişti. Geçen sene işletmeyi geri aldım, dolmuş şoförlüğü yapan küçük oğlana verdim. Elimiz biraz para görmeye başladı, ancak o da her akşam arkadaşlar ile içki masası kurmaya başladı. Bunlar yokluk kıtlık görmediler ki hakim bey. Bu sene oteli kendim işleteceğim,  turist para kazandırmıyorsa, oda oda yerliye kiraya vereceğim. Bu mallar kolay kazanılmadı. Büyük oğlan, elinden oteli aldım diye bu davayı açmış .“

Hakim  dosyayı sonundan başa doğru inceledikten sonra , “- Davanın bittiği bildirildi, Gereği düşünüldü.” levonorgestrel online dedi.

Mübaşir davalı Halit’e ayağa kalkmasını işaret etti.

Hakim söze devamla “- Davalının akıl noksanlığına dair bir delil bulunmadığından, tasarrufun kısıtlanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığından davanın reddine.” Order Retin-A online derken davalı Halit, hakimin arkasındaki pencerede rüzgarda dalgalanan dikey jaluzi perdenin arasından görünen Adaboğazı’na sevinçle bakıyor, dalgaların sesini duyar gibi oluyordu.

Aktur Tepesinden Adabo?az? YARIMADA

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. merih esendemir dedi ki:

    Elinize, yüreğinize sağlık. Adaletin yerini bulması kadar güzel ve doğru bir şey yoktur. Ayrıca, araştırılarak, bir emek verilerek yazılan bu güzel yazı için tebrikler. Bu düşüncede ve bilgide çok insana ve emeğe ihtiyaç var. Teşekkürler.

  2. Sabri Börütecene dedi ki:

    Dostum ellerine sağlık,bizi Bodrum’un o en güzel günlerine götürdün ve oradan aldın rant gerçeği duvarına çarptın.
    Böylece gerçeğin güzel ve etkileyici örgüsünü, usta kaleminden güzel bir öyküye dönüştürmüşsün.
    Tebrikler Sabahattin.

  3. ahmet akgün dedi ki:

    Alın teri dökmeden ve emek vermeden kazanılan maldan da, paradan da hayır gelmez. Keşke bizden sonra gelen nesle yani Y kuşağına Eniştemin şu güzel yazısını okutabilsek ve içeriğini anlatabilsek. Beynine , ellerine kollarına sağlık enişte. İyi ki varsınız.