Bodrum Gündem

Bir Öncü’nün Ardından

Bu deniz hiç görülmüş değil
Bir yanı birdenbire dağ
Bir yanı bin bir bük
Yeşil ve mavi ışıktan ipliği
Böyle bir oya görülmüş değil.

Bodrum Gemiciler Derneği’nden güneşin batışını izlerken dilimden İbrahim Ergin’in Gökova şiirinin dizeleri dökülüyor. Arka yakada Körfez, önde koylar, adalar… Güneş, bütün gün Karia’nın tüm haşarat, hayvanat ve nebatatını cömertçe emzirdi. Az sonra “Cummp!” diye Ege’nin sularına dalacak; tozundan toprağından arınıp huzurla uykusuna çekilecek.

İşte, Şerif Kaptan da geldi. Bugün onunla Bodrum denizciliğinin son yetmiş seksen yılına bir yolculuk yapacağız.

Sesi eskil; ama yorgun değil. Eylemlerinde zamanlamanın değerini nice deniz fırtınalarıyla boğuşarak öğrenmiş. Konuşurken bazen bir dalga gibi doğruluyor, bazen ıssız bir koya demirlemiş gibi soluklanıyor. Kolay değil, seksen yıllık ömrün yetmişi denizde geçmiş. Denizde çocuk, denizde delikanlı,  denizde adam, denizde bilge olmak… Zerdüşt olmak için illa ki dağlara çıkmak gerekmiyor ki!

–  10 yaşındaydım, diye başlıyor söze. İkinci Dünya Savaşı’nın en yoğun günleri. Babam öldü, beş ağabeyim de askerde. Bir kurukafa anacığım, bir de ben. Yiyecek ekmeğimiz yok. Buraya geliyorum. Şurada küçük bir iskele var. Biri bir yük taşıtsa da anneme götürsem diye koca koca adamların gözlerinin içine bakıyorum.

“Bağ bahçe, tarla tokat yok muydu?” diye soruyorum.

– Evimizin küçük bir bahçesi vardı. Bahçede de bir kuyu ve havuz. Tulumbayla saatlerce havuza su basardım. Annem de sebze yetiştirirdi; ama sadece sebzeyle karın doymuyor ki!

İskeleye geliş o geliş. Bir daha ayağı hiç kesilmemişti iskeleden.

Sevdiği kıza, “İskele hamalına mı varacaksın!” demişlerdi; ama o,  sırtında yük çekerek kazandığı parayla 16 yaşındayken 3 metrelik bir sandalın sahibi oluvermişti. Anlatırken gözlerinin içi gülüyordu:

– O, benim ilk göz ağrım, ilk ekmek teknemdi. Kürek çekerek limanda turist gezdirirdim. Bir tur 5 kuruştu. Benim gibi biri için iyi paraydı doğrusu.

O zamanlarda Bodrum’da turist var mıydı diye geçiriyorum içimden. Sanki anlamış gibi bir anısını sıkıştırıveriyor araya:

– Bir gün bir Alman bayan geldi, sandala bindi. Kendisini getiren şoförü de sandala davet etti. Turun sonunda bana delik bir 2.5 kuruş uzattı. Turun 5 kuruş olduğunu söyledim. Biliyorum, dedi. Şoföründen 2.5 kuruş vermesini istedi. Demek, Alman usulü buymuş, dedim kendi kendime.

Şerif Öncü, Bodrum denizcilerinin birçoğu gibi süngerciliğe hiç bulaşmamıştı. O, ömrü boyunca üç metrelik sandalıyla başlattığı işi, yolcu taşımacılığını, yapmıştı.

Şimşek, 8 metrelik 8 beygir motoru olan bir tekneydi. 1955’ten 1960’a dek İstanköy – Bodrum arasında yolcu taşımıştı. Bodrum’un o günlerdeki durumunu;

–  O zamanlar Bodrum köy, İstanköy ise şehirdi. Bizde hastane yok, orada var. Buradan İstanköy’e çok hasta taşıdım. Manyetolu telefonlar vardı o zamanlar. Bekle ki, telefon bağlansın da derdini karşıya anlat. Telefon başında üç gün beklerdik. Ben, telefon etmek için İstanköy’e çok turist götürdüm, diyerek açıklıyor.

Şerif Öncü’nün yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından biri kuşkusuz Başaran adlı çektirmeydi. 1960’ta birkaç Karadenizli, balık avı için Mersin’e giderlerken  Bodrum’a uğrarlar. Burada aralarında bir anlaşmazlık çıkınca tekneyi satmaya karar verirler. Şerif Öncü,  Bahri Şakar,  Mehmet Hacal, ağabeyi Hüseyin Öncü bir araya gelip çektirmeyi satın alırlar.

– 12 Amerikalı gelmişti. Antalya’ya gideceklerdi. Ama bizim hiçbirimizin kaptanlık belgesi yoktu. Namloko Ahmet’i kaptan olarak tuttuk. Bu bizim ilk Mavi Yolculuk’umuzdu.

O yıllarda İzmir’de NATO’da görevli Amerikalılar Mavi Yolculuk tutkunudurlar. Özellikle Gökova, onlar için cennetten bir köşedir. Başaran’la yapılan bu geziler 1965’e dek sürer.

1965’te Şerif Öncü’nün önüne yeni bir kapı daha açılır. İsviçre’nin Ankara Büyükelçisi  Keller, Ziya Güvendiren’e 12 metre  uzunluğunda bir tirhandil yaptırır.  Tekneyi kullanacak güvenilir gemicilere gereksinimi vardır. Şerif Öncü makinist, Kefalozlu Mehmet gemici,  Namloko Ahmet de kaptan olarak işe girer, İstanbul’a doğru yola çıkarlar. Tekne üç kabinli oldukça güzel ve güçlüdür. Bir ay Bebek’te demirlerler. Oradan da büyükelçinin konuklarını alarak Rodos’a dönerler.

Büyükelçi, bir sene sonra Birleşmiş Milletler Ofisi Başkanı, bir yıl sonra da İsviçre’nin İngiltere büyükelçisi olur; ama ayağını buralardan çekmez. Bodrumlu denizciler, kendisini ailesini, konuklarını Ege’yi Kıbrıs’a dek karış karış gezdirirler. Büyükelçi üç gençten de çok memnundur.

– Bir akşam alacasında Ekincik’e vardık. Büyükelçinin kızı, geceyi güvertede geçirmişti. Gidenler bilir, Ekincik’te güneş bir başka doğar. Çünkü koyun üç tarafı dik ve yüksek tepelerle çevrilidir. Kız uyanır uyanmaz bir çevreye baktı, bir bana. “Sağ mıyız?” dedi. Şaşırmıştım. Sonra ekledi: “Sağ  ya da ölü… Her iki durumda da cennet dedikleri burası olsa gerek.”

Dört arkadaş 1967’de Mehmet Özbaş’a  “Arkadaşlar” teknesini yaptırırlar. Arkadaşlar, 12 metre uzunluğunda bir “aynakıç”tır.  Artık kaptan ehliyeti olmadan işleri götürmesi olanaksızdır. İsmet Cengiz, Foto Mehmet, İbrahim Gültekin’le birlikte ehliyet almak için İstanbul’a giderler. Kayıt yaptırmak üzere müdür yardımcısının huzuruna çıkarlar. Müdür yardımcısı:

–  Bodrum nerede, diye sorar. Şaşırırlar. Denizcilik okulunun müdür yardımcısı olmuş birisinin Bodrum’u bilmemesi onlara oldukça garip gelmiştir.

Dört arkadaş,1968’de bu kez “Maceracı Arkadaşlar” ın omurgasını kızağa koydururlar. Bu tekne 14 metre uzunluğunda bir gulettir ve ustaların ustası Ziya Güvendiren’in elinde oluşup Ege’nin mavi sularıyla buluşacaktır.

Bugüne dek denizle bu kadar iç içe yaşayan birinin oğullarının denizden uzak kaldığını hiç duymadım. Onun oğlu Mahmut’un  “Yaselam2”,  Derya’nın da  “Uluçınar” yatıyla  Ege’de yıllardır turizmimize hizmet ettiklerini biliyordum.  Ruhu denizle özdeşleşmiş birinin oğullarının denizci olmasını istemesinden doğal ne olabilirdi?

Ya eşi?

Güvercinim bekler beni
Temmuzda, Bodrum’da,
Balkonlar fesleğen kokar,
Sokaklar göğsü çiyli yasemin.

Onlar, hep güvercin miydi, söz konusu evlat olunca onlar da şahinleşmez miydi? Nazife Hanım da yavuklusunun yollarını gözleye gözleye gelin, kocasının yollarını gözleye gözleye anne olmuştu. Ya oğullarının yolunu gözleye gözleye nine olmayı kabul edebilecek miydi?

-Asla istemezdi, dedi.

20 yıl önce yitirdiği ve hâlâ büyük bir saygı ve sevgiyle andığı eşi “Bu oğlanlar denize giderlerse ayaklarını kırarım.” diyerek en başından tepkisini koymuştu. O da Mahmut’u Tornacı Mehmet Ali’nin yanına, Derya’yı da tekne ustası Erol Ağan’ın yanına çırak vermişti.

– Mahmut askerden dönünce ona bir torna atölyesi açmayı planlıyordum; ama Nazife Hanım bir gün karşıma dikilip “Oğlana bir tekne yaptırıver.”  deyince yine onun dediğini yaptım. Müsgebi’deki Muhsin Usta’ya 17 metrelik bir gulet yaptırıverdim, derken oğullarının denizci olmasından duyduğu memnuniyet gözlerinden rahatça okunabiliyordu.

Şerif Öncü, bunca yıldır kimleri gezdirmemişti ki bu yeryüzü cennetinde?

Ahmet Ertegün onun sürekli müşterilerinden biriydi. Fikret Kızılok, kendi kayığını yapana dek  hep Şerif Öncü’yle dolaşmış, ölene dek de onu  ustası olarak selamlamıştı.

Şerif Kaptan, Mavi Yolculuk’un olduğu kadar, Bodrumlu denizcilerin örgütlenmesinin de öncülerindendi.

-Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Baktık ki denizcinin derdi çok, elinden tutan yok. 1970’te Süleyman Cahit Uysal, Necdet Gençtürk, Mehmet Bilgin’le bir araya gelip Bodrum Denizciler Derneği’ni kurduk, sözleriyle anlatıyor şimdi 2000’in üstünde üyesi ile büyük bir meslek örgütüne dönüşen derneğin kuruluşunu.

Onu kime sorsam “Ne kazandıysa alnının teridir,” dedi. Sevmeyenine hiç rastlamadım. Çünkü sakin kişiliğiyle bu camiada daima yapıcı olmuştu.

Şerif Öncü, tam bir çevreci.

–  İskenderun’dan Hopa’ya tüm kıyı yerleşimlerinin arıtma sistemlerini kuralım. Denizlerimiz torunlarımıza da böyle pırıl pırıl hizmet eder, diyor ve ekliyor: “Bu yerleşimlerin bir gündeki atığını, bu yatların tümü yüz yılda denize bırakamaz.”

Ören’e termik santral yapılması söz konusudur. Şerif Kaptan, Turgut Özal’ın doktoru Cengiz Aslan’ı Gökova’da gezdirmektedir. Türkevleri’ne geldiklerinde teknenin burnunu termik santralin yapılacağı boğaza çevirir:

–  12 Kilometre ötede zaten bir santral var. Bu da oraya kurulsa, buraya da lojmanları yapılsa olmaz mı,” diye sorar ve ekler: “Bu halk bu santral var oldukça size beddua eder.”

Bir süre sonra hükümet erkanı gelir. Marmaris Martı Otel’de bir toplantı yapılır. Toplantıda,  Şerif Kaptan da vardır. Salonun arkalarında bir yerlerde oturmaktadır. Omzunda bir el hisseder, döner bakar; sivil giyimli biridir. Adam kulağına eğilir:

“ Ben, der, Muğla Jandarma Alay Komutanıyım. Tek kelime edersen iflahını keserim.”

Ancak o, yılmaz. Dernek olarak Kenan Evren’e giderler. Kenan Evren son anda görüşmekten cayar.  Koca kaptan,

– Ama daha sonra buraya geldi. Şu belediye meydanında beni kandırdılar, diye nutuk çekti, diyerek eleştirisini sürdürüyor.

Şerif Kaptan: “Marmarisliler bizi desteklemedi. Bu mücadelede bizi yalnız bıraktı. Ama şimdi sıkıntısını kendileri çekiyor.” diye yakınırken aklıma Yatağan Termik Santrali yapılmasın diye verdiğimiz mücadeleyi anımsıyorum. Biz de kapılardan döndürülmüştük. Yatağanlılar bize destek değil, köstek olmuşlardı. Akılları sıra işçiler gelecek, üç beş esnaf para kazanacaktı. İşçiler geldi; ama onlarla birlikte süpermarketler de sökün etti. Termik Santralin külü dumanı da Yatağan halkına armağanı oldu.

1980 darbesinden sonra cunta Denizciler Derneği’ni kapatmıştı. Gün geçmiyordu ki yöneticileri karakola çağırmasınlar. Şerif Kaptan:

–   Karalıydım. Çünkü örgütsüz sorunlarımızı çözmenin, varlığımızı sürdürmenin olanaksızlığını çok iyi biliyordum, diyor.

1985’te derneği bir daha kurmak ister. Ancak birçok kişi korkudan sinmiştir. O kararlıdır. Denizcilerle tek tek konuşur.  Yanına Ali Gönül, İhsan Türkoğlu, Yılmaz Güneri, Mehmet Ali Efe’yi alarak derneği tekrar kurar. Bu kez dernek kurucuları arasında oğlu Mahmut da vardır.

Şerif  Kaptan, yaşadığı coğrafyanın, hayranı.

“ Pilotlar Gökova’nın üstüne geldik mi direksiyonu bırakır, yeryüzünü seyrederiz. Gökova, Güllük ve Didim… Dünyanın başka hiçbir yerinde art arda sıralanmış böylesine güzel üç körfez yoktur”  diyerek dillendiriyor bu hayranlığını. Sonra dönüp “Allah aşkına bu gerçeğe kim hayır diyebilir?” sorusuyla bu düşüncesini bana onaylatıyor.

Akşamın son ışıkları da asarlık üzerinden aşıp giderken limanın bomboş olduğunu görüyor, çocuklar gibi seviniyorum.

Aklımda onun “4.000 tekne, 20.000 insanın geçim kaynağı dersem abartın derler. Oysa az söylemiş olurum. Çünkü bu tekneler 50 farklı işkolundan hizmet alır.”sözleri var. Yarım asır önce süngerci kayıklarında, tratalarda başlayan Mavi Yolculuk bugün bir dünya markası.

Keşke Ankara’da masa başında ahkâm kesen, yatla gemi farkını anlayamayan, hayatta deniz görmemiş; ama denizcilikten sorumlu görevliler de bir anlayabilse bu gerçeği.

(Bodrum’un Mavi Yıldızları)

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.