HALUK ŞAHİN
Bu dizi niçin önemli? Artık biz de konuşabiliyoruz
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında insanlık ikiye ayrılmıştı: Hikâyelerini başkalarına anlatmasına izin verilenler ve izin verilmeyenler. Türkiye, ikinci öbekteydi. Aslında insanlığın büyük çoğunluğu ikinci öbekteydi. Onların hikâyelerini kendi aralarında anlatmalarına engel yoktu. Ama iş, sürekli olarak hikâyelerini izlediği halklara, örneğin Amerikalılara, İngilizlere, Fransızlara anlatmaya gelince, kapılar yüzlerine kapanıyordu:
Efendim, onlar kendi hikâyelerini çağdaş sanatlarla, özellikle sinemayla anlatmayı beceremezlerdi. İlkel ve sıkıcı okurlardı. Bunların ille anlatılması gerekirse, onu da birinci öbekten biri yapardı.
Atatürk Filmini Yaptırmadılar
Örneğin ikinci öbektekilerden birisi, Türkiye ülkesinin kurucusunun hikâyesini insanlığa Hollywood ölçeğinde anlatabilmek için gereken tüm kaynakları bulmuş, ama işin içine nefret lobileri karışınca yapamamıştı. Antonio Banderas’ın başrolü oynayacağı Atatürk filminden söz ediyorum. Her şey hazırdı ama ABD’deki kimi çevrelerin “İstemezük!’ feryatları ve “Yakarız!” tehditleri üzerine proje çöktü.
Bir daha da kimse bu türden projelere dokunmaya cesaret edemedi. Dilsizlik adeta bir yazgıydı.
Bu konu uluslararası iletişim literatüründe “Tek Yanlı İletişim Akışı” başlığı altında tartışıldı. Ben de yazılarımda Suskunluk ya da Dilsizlik Kuramı çerçevesi içinde geliştirdim. Çok meraklıları hatırlayacaktır.
Neyse ki, yazgı bozuluyor. Diğer özellikleri hakkında ne düşünürseniz düşünün, Netlix gibi dev dijital platformlar sayesinde biz de kendi hikâyelerimizi kendi ağzımızdan en çağdaş anlatım teknikleriyle anlatabilme fırsatını yakalamış oluyoruz.
Anlatacağımız çok şey var! Yetişmiş insan gücümüz hazır. Yaptıklarımız beğeniliyor. Alkış alıyoruz, ciddiye alınıyoruz, eleştiriliyoruz. Dilsizlik sona erdi. Artık biz de konuşabiliyoruz. Türkçe’nin yanı sıra, İngilizce, Fransızca. İspanyolca, Arapça ve diğer dillerde konuşabiliyoruz.
Ve insanlık dinliyor.
Evrensel Dili Yakalamak
Emre Şahin’in bugün Netflix’te gösterime giren Rise Of Empires dizinin ikinci mevsiminin önemi burada. İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından alınışını anlatması ve onu, “İstanbul’un fethi” diyenler kadar “Kostantinopolis’in düşmesi” diyenlere de seyrettirmesi 20. yüzyıl ölçülerine göre bir mucizeydi.
Şimdi o mucize Balkanlar’a açılıyor ve Kazıklı Voyvoda’nın peşine düşüyor. Henüz görmedim ama beğenileceğini biliyorum. Çünkü yapımcı ve yönetmeninin olaya nasıl baktığını ve bu diziye ne kadar çok emek verdiğini biliyorum.
Tarihi yapımlarda ayrıntılar elbette tartışılabilir. Ama şunu unutmayalım: Önemli olan konuşabilmemizdir. Güzel konuşabilmemizdir. Evrensel dille, şovenizm kolaylığına kapılmadan ve nefret tuzaklarına düşmeden su gibi anlatabilmemizdir.